14 Ağustos 2014 Perşembe

Fuat Sevimay - Ara Nağme



Ara Nağme

            Dergilerdeki öyküleriyle tanıdığımız Fuat Sevimay’ın ilk öykü kitabı Ara Nağme Aylak Adam Yayınları arasında yayımlandı. 2011 yılında yayımlanan Aynalı ve bu yılın başında yayımlanan Anarşık adlı iki romanı var Fuat Sevimay’ın. Romanın ardından gelen bir öykü kitabı Ara Nağme. Hep karşılaşılanın aksine öykü kitabından romana değil, romandan öykü kitabına doğru bir yolculuk. Arka arkaya çevirilerinin de yayımlandığını görüyoruz. Yazma coşkusunu okuyucusuna da iletebilen bir yanı var öykülerinin, romanlarının, çevirilerinin.
            Ara Nağme farklı konuların ele alındığı, bazı öykülerde alışılmışın dışında kurguların, öyküye göre değişik anlatım biçimlerinin denendiği bir ilk öykü kitabı. Öykülerinde ele aldığı olaylar ve öykü kişileri bakımından geniş bir yelpazesi var Fuat Sevimay’ın. Mahallenin bıçkın delikanlıları da var öykülerde, İsa ve Havarileri de… Marco’yla gezgin olurken, genç yaşta ölen bir lise öğrencisinin ilk aşkını, Cin Ali’nin sevdası uğruna adam öldürmesini okuyoruz. Öykü mekânlarının çoğu kentlerin arka mahalleri diyebiliriz. Mekânlar da çeşitlilik gösteriyor aslında; kentsel dönüşümün mahallelerinden, taşraya, mahpushaneye, tren istasyonuna, Kapalıçarşı’dan şehir hatları vapuruna kadar… Bu çeşitlilik bir yanıyla da değişik anlatım biçimlerini denemekte yardımcı oluyor yazara.
            Kitabın ilk öyküsü “Deli Babam Ölmüş”, deli babasını hiç tanımamış bir kızın karakolda babasının öldüğünü öğrenmesini anlatıyor. Babasını tanıyıp kimliğini belirleyense deli arkadaşı Ziya’dır. “Evlat”, “ağzı yüzü eğri büğrü” doğan, doğduğu zaman annesini yitiren, kendisini öylece bırakıp kaçan babasını hiç tanımayan bir kadının zor koşullardaki yaşamının öyküsüdür. Öykünün dili tüm toplumu sorgulayan bir yapıya dönüşerek ‘siz’ anlatımıyla kurulmuş. “Çiğ Börek” istasyonda anasının yaptığı börekleri satan Bayram’ın bir bayram günü hayallerinin, anasının emeklerinin çalınmasının öyküsüdür. Kitaba adını da veren, kitabın en iyi öykülerinden biri olduğunu düşündüğüm “Ara Nağme” adlı öykü mahallesinden çıkarılıp başka yerlere yerleştirilmek istenen, kentsel dönüşümle yaşamları değişecek olan insanların sıkıntısını, çaresizliğini anlatıyor. Babako’nun kemanıyla hüzzamdan başlayan kabullenişin, çaresizliğin şarkıları, giderek tüm mahalleye yayılan ‘has şopar havası’yla ‘gerdan kıvırmanın’ haykırışına, isyanına dönüşüyor. “Başsağlığı” ise mizaha da yaslanan bir yanlış anlamanın öyküsü.
            Ardı ardına gelen üç öykü “Havariler”, “Marco” ve “Sen Bana Kapalı Çarşı” kitaptaki diğer öykülerden farklı bir yerde duruyorlar. Bu üç öykü ayrı bir bölüm olarak yer alabilir miydi? Ya da bir ‘ara’ bölüm gibi. Üç öykü de konularını tarihten, söylencelerden alıyor. Anlatım biçimleriyle de diğer öykülerden ayrılıyorlar. “Havariler” İsa ve havarilerinin son akşam yemeğine farklı bir bakışı içeriyor. “Marco” bir gezginin, kervanın öyküsü. “Sen Bana Kapalı Çarşı” adlı öykü ismini Sezai Karakoç’un bir dizesinden alıyor. Tarihsel arka planıyla kapalı çarşıyı anlatıyor.
            “Torakçı” ve “Faroz” adlı öyküler de insanın kendini, yaşamı sorguladığı daha kapalı biçimde öyküler. Kitabın ilk öykülerinden ayrı bir anlatımı var. Fuat Sevimay bu öykülerde de kendine özgü yalın anlatımını korumakla birlikte şiirselliğe de yaslanıyor. “Şiş ve Fiş” öyküsüyle “Cin Ali” öyküsü iç içe geçmiş öyküler. Fırfır Hanım’ın yavuklusu Cin Ali, Fırfır’ın koynuna aldığı Fedai’yi tam kalbinden şişleyerek öldürür. Sonrasında sevdası uğruna adam öldüren, mahpus damındaki Cin Ali’yi okuruz. “Emel’i Beklerken” seksen darbesinin öncesinde, kurşunlanan bir çay bahçesinde hayatını yitiren liseli gencin ağzından anlatılan bir öykü. Liseli genç ölü, ilk aşkı Emel’i, vurulmasını ve sonrasını anlatıyor okuyucuya. Kitabın son öyküsü gerek ismiyle, gerek kurgusuyla, gerekse anlatımıyla kitabın en ayrıksı öyküsü diyebilirim: “Vapurdaki Okur, 77 Sayfalık Kitap, Yazmaya Yeltenen Kefal ve Balıkçıya Yancı Olan Kahraman” Bir şehir hatları vapurunun yolcuları, yazar ve iskele kenarında balık tutmaya çalışan öykü kahramanı.
            Coşkulu, hareketli, dilin tempolu kullanıldığı bir anlatımı var Fuat Sevimay’ın. Sözcük oyunlarına başvurmayan, söyleyişi olabildiğince akıcı kılan yalın bir dil anlayışı. Sözcük seçimini bir iki yerde yadırgadığımı söylemeliyim gene de. Akıcı, tempolu giden bir anlatıda “gayri ihtiyari”yle karşılaşınca ‘ister istemez’ yadırgıyorum. Dil tercihiniz o yönde olursa elbette bu olağan karşılanabilir, ama bu öykülerde pek olağan durmuyor.

            Fuat Sevimay ilk öykü kitabıyla, öykü üzerine düşündüğünü, denemekten çekinmediğini, farklı kurgulamalardan kendine özgü öykülemeler çıkardığını gösteriyor.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder