15 Eylül 2017 Cuma

Karton Ev - M.Özgür Mutlu

Karton Ev

Kadir Yüksel

            2011 yılının Temmuzunda Varlık dergisinde yayımlanan “Çingeneler ve Mezarları” adlı öyküyü çok sevmiş ve aylarca öyküyü, yazarını aklımdan çıkarmamıştım. M. Özgür Mutlu dosyasıyla 2011 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü kazanmıştı. Daha sonra dosya Van Gölü Ekspresi adıyla Varlık Yayınları arasında yayımlanınca hemen edinip okumuş, o öykünün yanında diğer öyküleriyle de iyi bir öykücünün yola çıktığını düşünmüştüm. 2007 yılında da aynı ödülde dikkate değer bulunduğunu görünce geriye dönüp o yılın Temmuzunda yayımlanan “Gar Aile Çay Bahçesi” adlı öyküsünü de okudum. Daha sonra, izleyebildiğim dergilerde öyküsünü görürsem kaçırmadan okumaya çalıştım. Tam da, kitap istiyor artık bu öyküler derken, geçtiğimiz yaz başında, ilk kitabından beş yıl sonra ikinci kitabı Karton Ev’le çıkıp geldi M. Özgür Mutlu.

            İlk kitabındaki öyküleriyle gerçekçiliğin izinde ama bazen düşle gerçeğin sınır uçlarındaki geçişlerden de yararlanmasını bilen bir öykü damarının sürdürücüsü olacağını düşündürüyordu M. Özgür Mutlu. Gerçekçi bir bakışın yer aldığı, yaşamın içinden, yaşam sıcaklığıyla, içten, yalın anlatımın seçildiği, gözden kaçırılan ayrıntıların inceliğiyle örülen bir damardı bu. Okuyucusunu hemen içine çekiveren, atmosferini oluşturan, sinematografik dilin kullanıldığı, hareketli bir anlatım. “Çilek Bahçelerine Giderken”, “Fotoğraf”, “Yok Olan Kompartıman” gibi kimi öykülerinde düşlerin küçük dokunuşlarıyla gerçeğin kırılmasını, anlatının alanını, çağrışımını genişleten bir kurguyu da kullanıyordu. Nesne, mekân kullanımını, ayrıntı zenginliğini de unutmamalı: Mezarlık, sirk, apartman boşluğu, ceket, fotoğraf makinesi… Trenler, garlar, gitmeler, ulaşmak istenen yerler, mezarlıklar, sevilenler, ip cambazları, sirkler, kompartımanlar, apartman boşlukları… Yoksunluklar, yokluklar, yitirişler, yaşamın eziciliğine direnen insanlar… Öyküler Van Gölü Ekspresi’nin kalkışıyla başlayıp, son istasyona varışıyla bitiyor. “Kalkış” ve “Varış” da birer kısa kısa öykü olarak yerini alıyor kitabın başında ve sonunda. Aradaki öyküler belli bir sırayla yerleştirilmiş. Trenin durduğu istasyona, kente ya da kasabaya ait bir öyküyü trenin içinde, kompartımanda geçen bir öykü takip ediyor. Dilin yalın, özenli kullanımı, kimi kez iyi durmayan benzetmelere (“tarla ardıcı gibi şakıyışı”) yer verse de, hareketli, okuyucusunu avucunun içine alan, iştahlı bir anlatım sağlıyor.
            Aynı anlatma iştahıyla karşılıyor okuyucuyu Karton Ev. Kitabın başında ve sonunda yer alan iki kısa kısa öyküye daha sonra değinecek olursam geriye kalan on dört öykü de derdini anlatmayı, toplumsal sorunları öykülemeyi, dile getirmeyi çok seven iştahlı bir anlatıcıyı getiriyor karşımıza. Dert edindiklerini kendine saklamıyor M. Özgür Mutlu, paylaşıyor. Anlattıkları hepimizin dertleriyle benzeşiyor, hepimizin yaşamında, kimi kez düş dünyasında kendisine yer buluyor. Sahile vuran mülteciler, sığınma yerlerine sığınan mülteciler, cinsel tacizler, iş kazaları, işçi ölümleri, etkileyici hayat kadınları, eğlence yerleri, barlar, işsizlikler, tünel inşaatları, deprem, ölümden sonra bizi bırakıp gidecekleri mezarların merak edilmesi ve elbette ki aşk. Gerçekçi bakışın egemen oluşu klasik kurgu anlayışını da beraberinde getiriyor, olaya dayalı bir yapı kuruyor öykülerinde. Anlatmak istediklerine, bizi ortak ettiği dertlerine, günlük yaşamın izlekleriyle kurduğu atmosferine, yalın ama hareketli diline en uygun biçimi oluşturuyor. Okuyucusunu çabucak içine alıveren, öykülerini, kişilerini küçük sözcük dokunuşlarıyla canlı kılan, sürükleyen, aynı iştahı okuyucusuna da veren bir öykücü M. Özgür Mutlu. Yaşamın gürültülü hay huyu içinde geçip giden ayrıntılarla, ince noktalarla işliyor öykülerini. Bir site bekçisinin basmakları saymasından, bir mülteci kızın geride bıraktığı karton evine, garaville toplamaktan, nüfus cüzdanı yenilemeye, kız istemek için önce iş bulmaktan, mezar kiralamaya… 
  
            İlk kitabında bir tren yolculuğu içinde “Kalkış” ve “Varış” adlı iki kısa kısa öykünün parantezine almıştı öykülerini M. Özgür Mutlu. Karton Ev’deki öykülerini de iki kısa kısa öykünün parantezine alıyor: “Ay’ın Düşü” ve “Ay Vatandaşı”. İki öykü de düşsel, imgesel dokunuşlarla gerçekliği boyutlandırıyor. Diğer öykülerde ise düşselliğin kullanımı ilk kitaptaki kadar yer almıyor. Bu yönüyle ilk kitaptan ayrılıyor, gerçekçi bakış belirginleşiyor. “Tünel” öyküsünün sonunda yakalanmaya çalışılan, “Kiralık Mezar”da, “Solus”un sonunda kullanılan bir yönüyle düşsel yapıyı sayabiliriz Karton Ev’de.
            Yaşamın trajik anlarını yakalıyor M. Özgür Mutlu. O trajik anların sıra dışı bir olayla, imgeyle, düşle, mekânla, nesneyle kırılmasını sağlıyor. Babasının ölümünden amcasını sorumlu tutan çocuğun bakışı, amcasının annesine ve kendisine davranışlarının açtığı yaralar trajik yanını oluştururken babasının amcasının karnında olduğunu düşlemesiyle kırılıyor gerçeklik. Nüfus müdürlüğünde çalışan kahramanın yalnızlığı, nüfus kaydının insanların yüzlerine, davranışlarına yansıması trajik olana yol alırken, karşısına çıkan kadına âşık olması ve öykünün sonunda açılan düşsel alan gerçeğin boyutunu değiştiriyor.
            Öykülerdeki insan çeşitliliği de yazarın yaşama dönük yüzüyle, izleklerinin genişliğiyle, gerçekçi bakışıyla örtüşüyor. Garaville toplayan öykü kişisinin yanında balıkçıları görüyoruz örneğin. Babasını küçük yaşta kaybeden öykü kahramanımız, baba yarısı olarak gördüğü amcasının babasını yuttuğunu, karnında taşıdığını düşünüyor, burada küçük ayrıntıların başarılı kullanımıyla çizilmiş amca karakterinin canlılığını da söylemeliyiz. “Baba Yarısı”, gerek imgesiyle, gerek anlatımıyla, gerek sonuyla etkileyici, okunduktan sonra akılda kalıcı bir öyküye dönüşüyor. Öyküde karaktere önem verilmesi, karakterlerin özenle, işlevsel ayrıntılarla işlenmesi, bugünün öykü yazarlarının pek de üstünde durmadıkları bir konu. Oysaki karakter yaratabilmenin vuruculuğu güçlü öyküler getiriyor. “İki Yüz Kırk Beş Basamak”taki site bekçisi Osman’ın, “Solus”’un, “Tünel”in, “Ölüm Doğum Kayıp / Yenileme”nin başarıyla çizilmiş karakterlerinin öykülere güç kattıklarını söylemeliyiz. Öykü kişilerini küçük ayrıntılarla, psikolojik derinlik sağlayan dokunuşlarla, kusurlarının duyumsatılmasıyla, diyaloglarla birer karaktere dönüştürüveriyor M. Özgür Mutlu. “Karton Ev”in mülteci kızını, “Beklediğimiz O Gün”ün Gargalak Kemal’ini de unutmamalı. Ama kitabın bazı öykülerindeki (“Panik Atak”, “Vukuat Mirzat” gibi…) karakterlerin o kadar güçlü yer almadıklarını da söyleyelim.   
            Kitabın dört öyküsünün dışında bütün öyküleri ben anlatıcının ağzıyla anlatılmış. “Cenaze Arabası”, “Tünel”, “Beklediğimiz O gün”, “Panik Atak” öyküleri ise o anlatıcının ağzıyla aktarılıyor. Ben anlatıcıda daha akıcı, daha kıvrak olabildiğini düşündüm M. Özgür Mutlu’nun. Bu söylediğimin öznel bir yargı olduğunu kabul ediyorum ama o anlatıcıda öykü dilinin içtenliğini zaman zaman yitirdiğini gördüm. Yazarın devreye girmesi, sesini etkinleştirmesi öykü kişisinin dünyasını zedeliyor, öykünün derdini daha öne çıkarıp bütünü bozabiliyor. Örneğin “Tünel” de Halit’in dünyası sıradana dönüşebiliyor kimi yerlerde. Öykü kişilerinin o anlatıcıda derinlikli boyutundan uzaklaştığını, anlatma iştahını ben anlatıcıda daha hareketli, daha canlı tuttuğunu söylemek yanlış olur mu? Örneğin “Cenaze Arabası”nda çarptıkları adamın hemen ardından, daha öykünün başında, arabanın içindekiler ölüm, öbür dünya üzerine düşünür, üstüne üstlük yazar araya girmekte geç kalmaz, düşünüp düşünmediklerinin bile belli olmadığını söyler. Kişilerin de, öykünün de dengesi kayıveriyor, öykünün akışına da, karakterlerin derinleşmesine de bir katkısı olmuyor… Oysa M. Özgür Mutlu bir iki ayrıntıyla, bir iki diyalogla bu duygu durumlarını duyumsatabilen, atmosferini oluşturabilen bir kaleme, bir biçeme sahip.       
            Diline özenen bir yazar M. Özgür Mutlu. Diyalogları çok işlevsel kullanıyor. Kısa, yalın, net cümlelerle hareketli bir anlatımı yeğliyor. Düşselliğin sınırlarını kullandığında da aynı anlatımı, hareketliliği görüyoruz. “Ay’ın Düşü”nde ayı alıp tabağına koyuyor, bir parça kesip yiyor, rakısına meze yapıyor. Sinematografik bir anlatımı olduğunu, görüntünün diline yatkın olduğunu söylemeliyiz. “Baba Yarısı”, “İki Yüz Kırk Beş Basamak”, “Cenaze Arabası”, “Ölüm Doğum Kayıp / Yenileme” okuyucusunu çabucak olay akışının içine çeken öyküler.
            Öykü evreninin birikimini, bütünlüğünü sağlayacağı sağlam bir bakış, biçem ve anlatım için ilk iki kitabıyla önemli bir yol alıyor M. Özgür Mutlu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder