3 Mayıs 2016 Salı

Bora Abdo - Seni Seviyorum. Çok,

Seni Seviyorum. Çok,

                Bora Abdo ilk öykü kitabı Öteki Kışın Kitabı’yla önemsenen bir çıkış yakalamıştı. Okuyucusunu çok bekletmeden çıkagelen Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü adlı öykü kitabıyla da öykücülüğümüzde kendine özgü bir yer açtı. İlk öykü kitabıyla Yunus Nadi, ikinci kitabıyla da Sait Faik ödüllerini aldı. İlk bakışta kapalı bir öykü evreni olarak görülse de ilk okumanın ötesine geçildiğinde derinleşen, okuyucusunu içine çekiveren bir evren kurduğu görülebilir. Dilin kırılganlıklarına yöneldiğini, öykü evrenini dilden bağımsız kurmadığını, sözcük seçiminden cümle kuruluşuna kadar hep cesur davrandığını ama kesinlikle şirazesinden çıkmadığını söylemek gerek. Bora Abdo’nun okuyucusunun, öykünün, yazının katmanlarını, hatta derdini de üstlenen, sadece anlatılanı değil anlatımı da, cümleleri değil sözcükleri de okumaya çalışan tutkulu bir okuyucu olduğunu düşündüm hep. Uzun yıllar uzak durduğu yazıyla son yıllarda öyle sıkı bir bağ örüyor ki ne kendi yazı evrenini ne de tutkulu okuyucusunu fazla bekletmiyor. Bu yılın başında da üçüncü öykü kitabıyla çıkageldi: Seni Seviyorum. Çok,

            Seni Seviyorum. Çok, önceki iki kitap gibi arkası gelecek olan bir üst başlığın, “Pergel İkilemesi”nin ilk kitabı. Öteki Kışın Kitabı “Karakış Üçlemesi”nin ilk kitabıydı. Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü ise “Beni Unutma Dörtlemesi”nin ilk kitabı. Önce bir üçleme, ardından bir dörtleme ve şimdi de ikileme… Ve hepsinin de ikinci kitapları roman. İlk ikisinde sözü edilen romanların adları bile verilmiş: “Gerçek Adı Süreyya” Karakış Üçlemesi’nin, “Balık Boğulması” Beni Unutma Dörtlemesi’nin ilk romanları. Pergel İkilemesi’nde ise romanın adı konmamış ama ikilemenin ikinci kitabının bir roman olduğunu öykü aralarındaki kısa alıntılardan anlıyoruz. Daha şimdiden üç roman sözüyle yayımlanan üç öykü kitabı. Zoru seven okuyucusunu bu kadar hazırladıktan, meraklandırdıktan sonra… cümlenin sonu nasıl tamamlanır belli değil mi?
            Kitabı elinize aldığınızda okuyacağınız arka kapak yazısını yazan Melal Yayıncılığın sahibi Şekip Adil, öyküleri okuduğunuzda daha bir ilginç hale geliyor, öyküler bittiğinde bir kez daha okuyorsunuz arka kapak yazısını, öyküler asıl orada bitiyor ya da yeniden başlıyor. Hele bir kabana iğne iplikle işlenmiş o söz başlı başına bir öykü evreni: “Yazma! Yazıp da kendini öldürme.”
            Babaya adanan ilk kitabın ardından, oğluna adamıştı ikinci kitabını Bora Abdo. Bu üçüncü kitabını ise annesine adıyor. Babası yazarın öykü yazmasını sevmiyordu, oysa annesi yazara ilk daktilosunu hediye etmiş ve ilk sayfaya “çiçeklerimi sulamayı unutma e mi” diye yazıp gitmişti. O sarı saman kâğıdı hâlâ saklanıyor.
            Sekiz öykü yer alıyor kitapta. Tarihsel arka planı da olan öyküler hepsi ama kesinlikle tarihsel öyküler değil. İlk iki kitabından ayrılarak öykülerinin zaman ve mekânında bir değişiklik yapıyor Bora Abdo. Günümüzden çok gerilere taşıyor öykülerini, her öykünün içinde o öykünün geçtiği tarihi yazıyla yazarak cümlelerin arasına yerleştiriyor. 1840’lardan 1930’lara, 1950’lerden 1960’lara kadar sıçramalı zaman aralıklarında dolaştırıyor bizi yazar, son öykünün altındaki tarih ve yer ise ilginç: 1920, Heybeliada. (Arka kapak yazısına gitmek gerek bir de: 2016, Bilecik)
            İlk öykü “Melâl” sucu Adil’in öyküsüdür. Öykünün zamanı 1840’lı yıllar. Üvey kızı Melâl’e âşık olur sucu Adil, kızın evlenmesini istemez, gelen görücüleri geri gönderecektir. En sonunda görücülerden birini geri gönderemez ve kızın evlenmesine engel olamaz. Ama aşkı sürecektir, hele karşılık bulduğunda iyice ateşlenir aşk. Aşkın sonu ise irkiltir, tedirgin eder… İkinci öykü “Muayyen Bir Rotaya Dönmek” ise sucu Adil’in denizci dostunun öyküsüdür. Denizcinin ağzından anlatılan öykü gemi yaşamına, korsanlığa, güvertede asılanlara götürüyor bizi. Bir yandan da denizcinin gemileri bırakıp Adil gibi su satıcısı olmak istediğini öğreniyor, Melâl’e olan aşkını okuyoruz. Dostu Adil’in üvey kızı olan Melal’e âşıktır denizci. Melal’in okuyucunun içini acıtan sonu…
            Öykü kişileri diğer kitaplarıyla benzerlikler taşıyor Bora Abdo’nun. Tarihsel olanın içinden seçiyor bu kez öykü kişilerini. Ama öyle de olsa bugünün öykü kişilerindeki kötücül yanlar tarihe yaslanan öykü kişilerinde de var. Giderek şiddete de yaslanan o sert yanını alıyor kişilerinin, kötücüllüklerini açığa çıkarmayı, insanın özündeki iki uç duyguyu aşkı ve nefreti, sevgiyi ve kötülüğü karşı karşıya getirmeyi istiyor.
Babaya karşı bütün öykülerdeki göndermeler de ilgi çekici. Baba göndermelerinin üç kitaba yayıldığını da söylemek gerek, baba imgesinin izi sürülmeli Bora Abdo’nun öykülerinde. Kimi kez içli bir sesle sesleniyorlar babalarına öykü kişileri, kimi kez ise sert göndermelerle. Baba imgesi oğlun içindeki yok edilmesi gereken bir engele de dönüşebiliyor, nefrete ulaşan bir kızgınlığa da, özleme giden bir sevgiye de… Ama kesin olan, öykü kişisinin kendini arayışının, kendiyle hesaplaşmasının imgesi olduğudur. 
Kadınlar da çoğunlukla boyun eğen, karşı çıkmayan, karşı çıkmayı denese de yenik düşen öykü kişileri olarak yer alıyorlar. Erkeğin egemen olduğu bir toplumda kadına düşen hep kâbus, hep zorluk, hep ölüm… Melâl, sucu Adil’in karısı, kayınvalidesi, Ayşe Edipoğlu, sahafa gelen gizemli kadın, sultanın kız kardeşi…
             Üçüncü öykü “Şekip Bey ve Gökyüzü” 1932’nin puslu bir Ekiminde İzmir’e götürüyor bizi. Döneme ilişkin ayrıntılarla oluşturulan atmosferin içinde şair Şekip Bey’le tanışıyoruz. İlk oğlu ölen Şekip Bey’in ikinci oğlu da hastanededir, doktorlar hastanın durumu hakkında bilgi vermekte zorlanırlar. Öykü trajik bir sona ulaşacaktır. Şiiri şiir yapan şairin intiharıdır, iyi şiirin ödülüdür intihar…
            İlk kitabından bu yana ölüm neredeyse Bora Abdo’nun baş tacı. Her öyküsünde ölümle karşı karşıya kalıyoruz. Bazen ölmüş bir insan üzerinden ilerliyor öykü, bazen ölmek üzere olan bir insan üzerinden. Çoğunlukla öldürme fiiliyle geliyor ölüm ya da bir intiharla… Öldüren üvey baba, öldüren oğul, kazada ölen genç kız, intihar eden baba, intihar eden eş… Önceki kitaplarında da işlenen cinayetleri, kuytuda yaşamların erken ölüme gidişlerini, intiharları okuyorduk. Kötücüllüğün, iyiyi alt eden kötünün yarattığı atmosferin doğal sonucudur şiddet ve ölüm.
            Dördüncü öykü “Zavallı Sahaf” kitapların arasında kaybolmuş bir sahafın öyküsüdür. 1960’lı yıllara götürür bizi yazar. Tozlu raflar arasında Hayat Ansiklopedisi’nin içinde bulduğu anlaşılmaz mektupları okuyacak ve okuyucuyla paylaşacaktır. Sahafa mektupları satan gizemli kadına olan aşkı okuruz. Öykünün içindeki göndermelerse bu öyküden sonra okunacak öykülere ilişkin zekice göndermelerdir.
            Kitaba adını veren uzun öykü “Seni seviyorum. Çok,” müzik haram denilerek idam edilmek üzere cellâtların önüne atılan bir müzisyenin öyküsüdür. İki oğlu ve bir kızı vardır müzisyenin. Sultanın kız kardeşiyle aşk yaşamaktadırlar. Müzisyenin oğullarıyla çatışması, aşkı için acı çekmeye katlanması, ölümler, öldürmeler… Parçalı kurgusu, geçişli, dönüşümlü anlatımı öyküyü hareketlendirir. 
            “Yayıncının Notu” adlı öyküye geldiğimizde arka kapak yazısını da yazan Şekip Adil’le ve gizli bir yazar olan eşi Ayşe Ediboğlu’yla tanışıyoruz. Daha doğrusu yazmayı ister ama tamamlayamadığı romanını basan eşi Şekip Adil’in Ayşe Hanım’a bir yazar geçmişi oluşturmasıyla ünlenir Ayşe Ediboğlu. Karısı turuncu paltolu bir adamla kaçıp terk etmiştir Şekip Adil’i, kekeme kızları da mor bir kamyonetin çarpması sonucu ölür. Karısının bitmemiş romanını yayınlamak için yayınevi kurar Şekip Bey, kızının adını verir yayınevine: Melâl Yayıncılık. Arka kapak yazısına gitmek gerekir hemen. Eşini öldüremeyecek kadar çok sevdiğini söylemektedir Şekip Bey, ama öyküde yazdığı yazıyı da okuyup karar vermeli okuyucu. (Elbette okuyucunun aklına ilk iki öykünün sucu Adil’i ve üvey kızı Melâl gelecektir, şöyle bir göz atmadan geçilmez ilk iki öykü de…)
            Çok katmanlı bir kurguyu içeriyor kitap. Her katını kaldırdığınızda başka bir gize gönderiyor. Birbirinin içinde ayrıntıların zenginliğiyle yerleşmiş göndermeler, geçişler, satır aralarına kadar saklar ipuçlarını. Örneğin yayıncının notundan önceki bütün öyküler Ayşe Ediboğlu’nun kaleminden çıkmış olabilir mi ya da karısına yazar geçmişi oluşturan Şekip Bey’in? Ya da son öyküdeki oğulun…
            İlk kitabındaki kısa cümlelerle hareket eden anlatımını ikinci kitabında farklılaştırmış, uzun cümlelerle, farklı sözcüklerle dilini sınamıştı Bora Abdo. Kapalı sayabileceğimiz, dilin, biçemin, arayışın öne çıktığı, kurgusal yapının sürekli bozulup yeniden yapıldığı, bütüncül olarak tasarlanan bir öykü kitabıydı Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü. Bu kez Seni Seviyorum. Çok, ‘un öykülerinde anlatılanın da, biçem ve dil kadar öne çıktığını görüyoruz. Uzun cümlelerin yanına farklı sözcük seçimlerini yerleştiriyor, söyleyişi kırıyor, duraksatıyor. Bazen ağırlığı anlattığı hikâyeye devrediyor, ama öykünün anlatım temposunu hiç bozmuyor.
            Okuyucusunu yormayı seviyor Bora Abdo. Sadece okuyup geçmesini istemiyor, hem öykünün içinde, hem de öyküyle yan yana dolaşmasını istiyor. Çok katmanlı, zor öykülerin kitabı Seni Seviyorum. Çok,’u eline alan okuyucuya biricik önerim kitabın zekice oluşturulmuş katmanlarına, satır aralarında aranması istenen gizlere ve en önemlisi de dilin kırılgan büyüsüne kaptırıp öykülerin tadına varmaları, bağlantıların, göndermelerin keyfini çıkarmaları, insanlık hallerinin, insanın değişmeyen özünün ayırtına varıp kafa yormaları. Sonrasını,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder