3 Ağustos 2016 Çarşamba

Radyo Oyunlarıyla Behçet Necatigil

Radyo Oyunlarıyla Behçet Necatigil

Kadir Yüksel

            Sabahları okula gitmeden önce radyoyu açar Çocuk Saati programının içindeki çocuk radyo tiyatrosu temsilini mutlaka dinlerdim. Çocukluğum radyodaki seslerin gücüyle yaşamın içinde imgeler kurarak geçti. Annemin kaçırmadan dinlediği Arkası Yarınların sesleri de hiç unutulur gibi değil. Kaç kuşak o radyo oyunlarıyla büyüdü, yaşamına büyülü bir ses kattı. O efsane Radyo Tiyatrosu ya da Arkası Yarın anonslarının hemen arkasından Zihni Küçümenler, Asuman Koradlar, Tijen Parlar, Kemal Bekirler bugün bile unutulmuyor, hele hele efektör Korkmaz Çakar, Ertuğrul İmer isimleri… Bugünün tiyatro dünyasında izleri olan pek çok oyuncuyu önce radyodaki sesleriyle tanımadık mı? Aşkların, yolculukların, maceraların, sokakların izinde bize türlü hayaller kurduran o sesler… Hele hele polisiyeler, Türk ve dünya edebiyatının başyapıtları hep o seslerle can bulmadı mı?
            Ne yazık ki eski kuşakların gündelik yaşamında bu kadar yer etmiş radyo oyunlarına ilişkin yeterli bir arşivin olmadığını okuyoruz yapılan incelemelerde.(1) Radyonun ilk yıllarından yakın geçmişe kadar ülkemizin kültür yaşamına katkısını düşündüğümüzde arşivin ne kadar değerli olduğu anlaşılabilir. Türkiye’de ilk radyo oyunları 1950’li yıllarda İstanbul Radyosunda yayınlanmaya başlanır. TRT olarak kurumlaştıktan sonra radyo oyunlarına ağırlık verilir. Dramaturg kadrosu oluşturulur, oyunlar yazdırılır, oyunlaştırmalar yapılır. Radyo Tiyatrosu ve Arkası Yarın adlarıyla her gün yayınlanır.

            Behçet Necatigil radyo oyunlarının yayınlandığı ilk yıllarından itibaren çevirilerle, en önemlisi de kendi yazdığı oyunlarla bu türe önemli katkılar sunacaktır. Yazdığı radyo oyunlarının seslendirilmesinin yanı sıra bir önemli özelliği de radyo oyunlarını kitap bütünlüğünde yayımlatma çabalarıdır. Bu çaba diğer radyo oyunu yazarlarının pek üstünde durmadıkları bir çabadır. Behçet Necatigil’in oyunlarını kitap bütünlüğünde yayımlatma uğraşları dramatik yazınımıza önemsenmesi gereken yapıtlar kazandırmıştır. Yayımlatma uğraşını kendisinden okuyalım: “Ben oyunlarımı ısrarla kitaplaştırdım. Şair olmasaydım yayınevleri hiç basmazdı ama bir yandan mecbur etmek lâzım. (…) Benden şiir istediler, iki kitaplık radyo oyunum var dedim. Basmam dedi. Varlık’a verdim. Yaşar Nabi ile dostluğumuz eski, yayınevinin kuruluşunda da katkım vardı. Hatırım için bastı. Her zaman ısrar edemiyorum.” (2) Necatigil için önemli olan yeni, bağımsız, gücünü seslerden, çağrışımlardan, diyaloglardan alan, şiire yakın bulduğu bu türün yaygınlaşmasını sağlamaktır, doğru ve iyi örnekleriyle gelişimine katkı sunmaktır. Arşiv oluşturmaktaki eksikliğimiz düşünüldüğünde radyo oyunlarının yayımlanmasına ilişkin çabasının ne kadar değerli olduğu daha iyi anlaşılıyor.
            Radyo oyunlarını bir araya getirdiği ilk kitabı Yıldızlara Bakmak 1965’te de Yayınevi tarafından yayımlanacaktır. Gece Aşevi 1967’de Bilgi Yayınevi, Üç Turunçlar 1970’te Varlık Yayınları, Pencere 1975’te Varlık Yayınları tarafından sağlığında yayımlanır. Daha sonraki yıllarda bu dört kitap tek ciltte bir araya getirilir. Ölümünden uzun yıllar sonra 1995’te Ertuğrul Faciası yayımlanacaktır. 2015’te Everest Yayınları “Keşif” dizisinde Naima ve Evliya Çelebi adlı iki kitabı okuyucuyla buluşturur.
            Radyo oyununu şiirin büyültülmüşü, boyut kazandırılmışı olarak görür Necatigil. Onu radyo oyununa çeken şey şiire en yakın tür olduğunu düşünmesidir. Dilin ağırlıklı işlev yüklendiği, diyalogların seçiciliğiyle gelişen, imgenin yoğun olduğu, çağrışımlarla dinleyicisini (hatta okuyucusunu da) etkileyen, dinamik bir tür. Doğan Hızlan’ın sorusuna verdiği yanıtı okuyalım: “Radyo oyunları bence şiirin uzantısı, yani şiir ne de olsa boyutları kısıtlı bir edebiyat türü. Radyo oyununda biraz daha açılmak mümkün. Hikâye de yazılabilir, her şeyden bir roman da çıkarılabilir. Radyo oyununu ben şiire en uygun tür olarak alıyorum. Ama radyo oyunu derken, skeçleri uzakta tutuyorum bu tanımdan. Radyo oyunu şiir gibi sesten, imajdan ve mesajdan kuvvet alan, bu öğeleri yoğunlaştırdığı oranda şiire yaklaşan bir tür. Bizim hele masallarımız, efsanelerimiz bu türe çok elverişli. O yüzden çok seviyorum radyo oyununu.”(3)    

Behçet Necatigil’in şiirinin bütün izleklerini, dil yapısını radyo oyunlarında da görebiliyoruz. Kırgınlıkların, kırıklıkların, tedirginliklerin, inceliklerin, geçmişin ağırlığıyla yaşamanın, dış dünyadan iç dünyaya kaçmaya çalışmanın, evlerin şairi aynı duygu yoğunluklarının diyaloglarını ustaca yazacaktır radyo oyunlarında. Diyalogları kısa, vurucu, çağrışımlıdır, çoğu yerde her biri birer dizeye dönüşür. Bunu yaparken oyunun inandırıcılığını da zedelemeyecek, dramatik yapıyı bozmayacaktır. Dilin ses yapısını da gözeten bir dil bilinciyle seslenecektir dinleyicisine. Kahramanlarının iç dünyalarının dilde yansımasını sese dönüştürecektir. İncelmiş bir zevk ve kültüre, düş gücünü, düşünce dünyasını genişletmeye çağırır dinleyicisini / okuyucusunu.
“Gerçek radyo oyunu, düşle gerçek arasıdır. Gerçeküstü öğeler ve sembollerle beslenir. Çok kere mecaz diliyle konuşur. Alegorik ve trajiktir. Tuluatla, skeçle, kabare ile hiç ilgisi yoktur. Yazarından, oyuncusundan, dinleyicisinden incelmiş bir zevk ve saygı bekler. Düşündürücüdür. Sembollerden kuvvet alır, mecazlarla güçlenir, şiire yakındır; şiirsel arka planlar ister.”(4) Yazdığı türe ilişkin düşündüğünü, kafa yorduğunu, türün özelliklerini özümseyerek yazdığını görüyoruz Necatigil’in. Birçok oyununda türün alanını genişletmeye, söyleyişte yeni açılımlar yakalamaya çalışır. Örneğin oyun içinde oyun mantığını ustaca uyguladığını, anlatıcının farklı kullanımlarını yerleştirdiğini, absürd tiyatro anlayışının söyleyiş yapısıyla kendi toplumunun söyleyişlerini bir araya getirmeye çalıştığını söyleyebiliriz.
Oyunlarında absürd tiyatroya, Ionesco’nun, Pirandello’nun, Dürrenmatt’ın dünyalarına yakınlıklar duyumsanıyor. Kurulan tedirgin edici atmosfer, iletişimsizliğin dili, kırılgan bireyler, varoluşun acılarını simgelerle anlatma Necatigil’i absürdün yazarlarına yaklaştırır. Kendisi de bu yakınlıktan söz eder söyleşisinde: “Ionesco çok sevdiğim bir tiyatro yazarıdır. Oyunları bence abes değildir. Çok anlamlıdır. Geri planı olan oyunlardır. Mecazdan, alegoriden yararlanışı ile düşündürücü bir yazar. Bütün oyunlarını okudum, sevdim. Sahne oyunu yazsaydım İtalyan yazar Pirandello ile Ionesco arasında bir yol izlerdim.”(5) Bir de Alman radyo oyunu yazarı Günter Eich’den etkilendiğini söyler.
Oyunlarına topluca baktığımızda genel anlamda dört ana kanalda toplayabiliriz. Birincisi ve baskın olanı insanların iç dünyalarına yöneldiği, içsel monologlarla ya da iç sesin diyaloga dönüştürülmesiyle kurgulanan, simgeselliğin, çok katmanlı anlam yapısının kullanıldığı, absürde yaslanan, kapalı biçimde oyunlardır. Kadın ve Kedi, Yıldızlara Bakmak, Son Tren, Gece Aşevi, Kutularda Sinek, Yol, İki Çapraz Çizgi, Temmuz, Uzunköprü, Uzak Yol Kaptanı bu grupta anılabilir.
İkinci kanalda gündelik yaşama yönelik, geleneksel tiyatromuzun söyleyişlerinden, diyalog düzeninden, soyutlamalarından, ironisinden yararlanan, traji komiğe yaslanan, açık biçimli oyunlar yer alır. Emekli, Arttırma Salonunda, Süslü Karakol Sokağı, Pencere, Gaz, Kediciler, Altın Beşik bu grubun oyunları olarak okunabilir.
Üçüncü kanal başka metinlere göndermeler yapan, metinlerarasılıktan yararlanan, bazı metinleri yeniden yazmayı deneyen, özgün biçimli oyunlardan oluşur. Bu grupta oyun içinde oyun, birbirinin içine geçmiş eşzamanlı olay dizileri gibi, radyo oyunlarında pek kullanılmamış, farklı anlatım olanaklarını denediğini görebiliriz. Üç Turunçlar, Hayal Hanım sayılabilir. Elbette bu noktada bütün oyunlarında göndermeler kullandığını, incelmiş bir kültürel bilinçle, bilgiyle okunduğunda anlam katmanlarının tam olarak açımlanabileceği kaydını da düşmek gerekli. Örneğin Gece Aşevi’nin, Temmuz’un, Uzak Yol Kaptanı’nın masallara, mitolojiye göndermeleri unutulmamalı.
Dördüncü kanalda ise tarihi olayların, tarihi değeri olan metinlerin oyunlaştırılması yer alıyor. Bu gruptaki oyunları ne yazık ki sağlığında kitap bütünlüğünde yayımlanamamış. Radyo oyunlarımızın başyapıtlarından biri olabileceğini düşündüğüm Ertuğrul Faciası, yıllar sonra, neredeyse yüzüncü yaşına armağan olarak kitaplaştırılan Naima ve Evliya Çelebi adlı oyunları bu grubu oluşturur.
Geçmiş hep yanı başındadır oyunların. Geçmişin bıraktığı izleri taşır oyun kahramanları. Bir geçmiş özlemi olarak söylemiyorum bunu. Geçmişin yaşanan an’a, geleceğe etkileridir asıl Necatigil’i ilgilendiren. Geçmiş yaşanan an’ın, gelecek kaygısının sorgulanmasının nedenidir. Geçmişin izlerini taşıyan kahramanların neredeyse tamamında bir suçluluk duygusuyla karşılaşırız. Kimi kez kahramanın kendisinin yarattığı suçluluktur bu, kimi kez suçlu olduğuna inanmanın duygusudur, kimi kez ise insanın elinde olmadan yaşananların getirdiği suçluluk duygusudur.(6)    
Behçet Necatigil için evlerin şairi olduğu söylenegelir hep, oysaki sokağın şiirini de yazmıştır. Oyunlarında da evin ve dışarısının çatışmasına yer verecektir sıklıkla. Ev iç dünyadır, koruyucudur, yalnızlığımızdır, sığınağımızdır… Dışarısı ise dış dünyadır, sokaktır, gündelik hayhuyun baskısıdır, toplumdur, çokluktur… Tedirgin eder dışarısı, kıstırır, kırılganlıklarımızı arttırır…
Necatigil’in oyun dünyasında iç aksiyonun ağırlıkta olduğunu da söylemek gerek. İç monologlarla ya da iç seslerin diyaloglara dönüşmesiyle ilerler oyunlar. Olay dizisi iç dünyaların açımlanmasıyla, anlam katmanlarıyla, kimi zaman birer dizeye dönüşen kapalı diyaloglarla gelişir.
            Yıldızlara Bakmak oyunu yıldızlara bakmaya zaman ayırmamış bir adamın yıldızları görmek için gözlemevi müdürlüğüne başvurmasını konu alır. Gözlemevi Müdürü, sorular sorar, yıldızlara bakmak için başını göğe kaldırmasını, görmek istemesi gerektiğini söyler.
            Son Tren kimden geldiği belli olmayan bir mektupla Kız ve Erkek karakterler on yıl önceki sevgililerini görmek için istasyonda buluşurlar. Terk ettikleri sevgilileri evlenmişlerdir.  Gece Aşevi simgesel anlatımıyla, ayrıntılardaki göndermeleriyle alegorik yapıda bir oyundur. Ayrıntılardaki, satır aralarındaki çağrışımlarıyla birini öldürecekleri hissettirilen iki adam küçük bir kasabaya gelirler, yemek yiyecek ve yatacak yer ararlar. Karşılarına bir aşevi çıkar. Lokantanın esrarengiz havası içinde Beybaba’nın bilgece sözleri ve Garson’un tedirgin edici tavırları iki adamı ürkütecek, suçluluk duyguları büyüyecektir.
            Kutularda Sinek alaysı, alegorik anlatımıyla yazın ve kültür yaşamımıza eleştirel bir bakışı da içerir. Anlaşılmayı bekleyen bir yazar etkisi güçlü bir eleştirmenin kapısını çalar bir gün.
            Yol oyunu iç içe geçmiş kurgusuyla, sembolik anlatımıyla tam anlamıyla bugünün insanının yaşam karşısındaki savunmasızlığının, karmaşıklığının oyunudur. Toplum, ahlak kuralları, gelenekler, gündelik yaşamın dayatmaları, bireyin toplum karşısındaki savunmasız hali… Teslim olmak ya da direnmek, kendini var etmeye çalışmak…
            Üç Turunçlar oyun içinde oyun kurgusuyla oluşturulmuştur. Radyoevinde yayınlanması beklenen oyuna yazara ve rejisöre bilgi vermeden bir masal eklemesi yapar Prodüktör. Yayınlanacak oyun ise üç kız kardeşin yoksul bir ailenin içinden sıyrılıp çıkma isteklerini anlatır. Kötü bir baba figürü çerçevesinde aileden, yokluklardan kurtulmanın yolu evlenip gitmektir.
            Süslü Karakol Durağı oyunu yalnızlığıyla yaşamaya çalışan Terzi’yi kendi kız kardeşiyle evlendirmek isteyen Hallaç’ın karşılıklı konuşmalarıyla açılır. Gece vakti otobüs durağında esrarengiz bir adamla karşılaşacaktır Terzi. Adam bir gece otobüse binip terk etmiştir sevgilisini, şimdi umutsuzca onu aramaktadır.
            Altın Beşik trajik bir oyundur. Yükçülerin gece vakti çok ağır bir sandığı taşımaya çalışmalarıyla açılır oyun. Adam’ın ölen kızının altın beşiğidir sandık.
            Hayal Hanım Giritli Ali Aziz Efendi’nin Muhayyelat’ından alınmış bir öykünün bir başka formda, radyo oyunu olarak yeniden yazılmasıdır. Birbirinin içine geçmiş öykülerle, farklı zaman ve yer kullanımlarıyla kurgulanmıştır oyun.
            Kediciler ise geleneksel tiyatromuzun söyleyişlerinden, ters anlamalara dayalı komedi anlayışından yararlanan bir oyun. Bir yanda hayvan derilerinden yapılan giyecekler ve bunlarla gardıroplarını dolduranlar, bir yanda sokak kedilerini toplayıp onlara yeni bir yaşam kazandırdığına inandırmaya çalışan bir kedi tüccarı.  

            Necatigil’in ölümünden sonra yayımlanan, ‘arkası yarın’ oyunu diyebileceğimiz Ertuğrul Faciası, Osmanlı’nın son dönemlerine götürür dinleyicisini. Japonya’da denize gömülen Ertuğrul gemisinin trajik öyküsünü anlatır. Gemide seyir ve sefer defterini tutmak üzere görevlendirilen o dönemin şairlerinden Ali Ruhi’dir oyunun kahramanı. Anlatıcı kullanımıyla, sıçramalı, iç içe geçmiş kurgusuyla, incelikleriyle örülmüş diyaloglarıyla, tartıştığı batılı ve doğulu düşünce biçimiyle, uzak doğu insanının dostluğuyla bir başyapıt niteliğindedir.
Ertuğrul Faciası’nın iyi bir dramaturgi çalışmasıyla tiyatro sahnesine taşınabileceğini, hatta mutlaka taşınması gerektiğini düşündüm hep. Aslında sadece bu oyunun değil başka oyunlarının da sahneye taşınabileceğini söyleyebilirim. Sahneye taşınmaya çalışıldığında yeni bir biçim, yeni bir dil arayışının gerekeceğini, farklı, özgün bir sahne yapıtının ortaya çıkacağını düşünüyorum.
Behçet Necatigil radyo oyunlarıyla dramatik yazınımıza önemli katkılar sağlamıştır. Bugünün oyun yazarlarının, Necatigil’in şiirselliğinden, diyalog düzeninden, alegorisinden öğreneceğimiz çok şey var. Ama en önemlisi yazının değerini, sözcüklerin, dilin bilincini, yazınsal etiği, dürüstlüğü, uğraşılan yazın biçimine titizlenmenin ne demek olduğunu öğrensek az şey mi? Çok yaşayacaksınız Necatigil Hocam, edebiyatımız var oldukça…


Notlar:
1-Türkiye’de Radyo Oyunları, Sevda Arslan, Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2010
2-Düzyazılar II, Behçet Necatigil, Yapı Kredi Yayınları, 2006, Sy:149-150
3-a.g.e. Sy:142
4-a.g.e. Sy:283
5-a.g.e. Sy:150
6-Behçet Necatigil’in Radyo Oyunlarında Geçmiş İzleği, Elif M. Tüfekçi, Ankara Üniversitesi Dergiler Veritabanı, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 2002, Sayı 13

Kaynaklar:
-Radyo Oyunları, Behçet Necatigil, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2. Baskı,2010
-Ertuğrul Faciası, Behçet Necatigil, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2. Baskı, 2008
-Naima, Behçet Necatigil, Everest Yayınları, İstanbul, 2014
-Evliya Çelebi, Behçet Necatigil, Everest Yayınları, İstanbul, 2015

-Kırık İnceliklerin Şairi Behçet Necatigil, Selim İleri, Everest Yayınları, İstanbul, 2016

Sahaftan 14 - Derinlik Yayınları

Sahaftan 14

Derinlik Yayınları

            Necati Tosuner Almanya’dan dönüşünün ardından 1977’de Ankara’da Derinlik Yayınları’nı kurar. Almanya günlerinin izleriyle yazdığı Sancı…Sancı… romanını yayımlayarak başlar yayınevi macerası. Ardından kendi öykü kitaplarını yayımlar. Sadece kendi kitaplarını yayımlamak için kurmamıştır yayınevini. 70’li yılların sonlarında ve 80’lerin başlarında iz bırakan bir yayınevine dönüşür Derinlik Yayınları. Ne yazık ki kısa sürer ömrü, ekonomik sıkıntılara dayanamaz, 1983 yılında kapanır.

            Gerek kapak tasarımlarıyla, günün şartlarına göre özenli baskılarıyla iyi bir yayıncılık örneğidir. Sadece biçimsel yönüyle değil, Necati Tosuner’in yazara değer veren yaklaşımıyla da anılacaktır.
            Yazınımızda yer edinen yazarların kitaplarını yayımlar. Mahmut Makal’ın Hayal ve Gerçek, Bizim Köy adlı yapıtları ilk yayımlanan kitaplar arasındadır. Hulki Aktunç’un Kurtarılmış Haziran adlı öykü kitabı, Bir Çağ Yangını adlı romanı ilk baskılarını Derinlik Yayınları’nda yapacaktır. Güven Turan ilk romanı Dalyan’la Derinlik Yayınları’nda yerini alır, aynı zamanda şiirleri de yayımlanacaktır. Demir Özlü’nün Aşk ve Poster, Bir Uzun Sonbahar, Bir Küçükburjuvanın Gençlik Günleri adlı kitapları ilk baskılarını Derinlik Yayınları’nda yapar. Tezer Özlü’nün Çocukluğun Soğuk Geceleri adlı romanı 1980’de Derinlik Yayınları arasında yayımlanır. Yüksel Pazarkaya’nın Oturma İzni adlı kitabı öykü kitaplarının arasındadır. Bugün unutulmuş öykücülerimizden biri Nahit Eruz’un İnsanca adlı öykü kitabı da yayınevinin kitapları arasındadır. Tanju Cılızoğlu’nun Ahmet’in Gemileri adlı kitabını da unutulmuş kitaplar arasında sayabiliriz.

            Şiir kitapları da yayımlar Derinlik Yayınları. Cahit Külebi, Aydın Hatipoğlu, Mehmet Kemal, Yüksel Pazarkaya, Hüseyin Yurttaş, Mehmet Taner, Zühtü Bayar, Hüseyin Atabaş, İzzet Yasar şiir kitapları yayımlanan şairler olarak sayılabilir. Enis Batur’un Şiir ve İdeoloji adlı ilk deneme kitabı da Derinlik Yayınları arasında yerini alacaktır.
            Çocuk kitaplarına da yönelir yayınevi. Necati Tosuner’in Keleş Osman serisi ilk olarak burada yayımlanacaktır.

            Büyük emeklerle, ekonomik anlamda büyük sıkıntılarla boğuşarak var etmeye çalışır yayınevini Necati Tosuner. Söyleşilerinde söylediği gibi, bir eve mal olacaktır yayınevinin ‘macera’sı. Kısa süren ama yayıncılığımızda her zaman anılacak bir yayıncılık emeğidir Derinlik Yayınları.

Necati Tosuner - Çırpınışlar

Çırpınışlar

Çırpınmanın acı veren bir yanı var elbette. İnsanın çırpınışında üzüntü veren, belki de telaşlandıran bir anlam var. Ama her çırpınışın bir çabayı gerektirdiğini de unutmamalı. Belki de gücünün çok üstünde bir çaba harcamak gerekli. Hem de sonunda tam olarak istediğini elde edemeyeceğini bile bile. Çırpınış, anlatanın bir şeyler söyleyebilmek için çabalamasını imlediği kadar, dinleyicinin / okuyucunun anlatılanlar karşısındaki vurdumduymazlığını, anlayışsızlığını da imlemez mi? İlk bakışta görünmeyen şeyleri anlatabilmek için çırpınmak, bu çırpınışın sessizlik duvarlarına çarpmasıyla oluşan yenilmişlik duygusuyla baş ederek yeniden çabalamak, söylemenin, dinmeyen anlatma isteğinin yeniden umutlandırması… “sokaksız kalmış olsan bile”…

Necati Tosuner, Kasırganın Gözü romanıyla başlayan küskünlüğün, yenilmişliğin, yalnızlığın görünen yüzünün arkasında kalan savrulmaları anlatma çabasını, birbiriyle sıkı bağlarla örülen üç romanının ardından son romanı Çırpınışlar’la sürdürüyor. Her romanında anlatım gücünü sınayarak, yenileyerek, anlatısını yazınımızın doruk noktasına taşıyarak… 2008’de yayımlanan Kasırganın Gözü’nde ‘balkondaki yalnız adam’ın dış dünyaya bakışı vardır. Geçmişin acılarıyla, geleceğin karanlığıyla sarmalanan bir yenilmişlik duygusu içindedir. Son romanın ardından belki de dörtleme diye adlandırmamız gereken romanların ikincisi Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı, yalnızlığıyla yaşayan ve giderek yaşlanan anlatıcının daha içe dönük anlatma, hesaplaşma çırpınışlarıdır. ‘Neydi sonuç?’ diye başlar anlatısına, bitirişi ‘susmak, susmak, susmak’tır. Anlatıcının kendi korkaklığını haykıran son cümlesi bir sonraki romanın adına dönüşecektir: Korkağın Türküsü. Daha çok dış dünyanın etkileriyle, karanlıklarıyla kendi iç dünyasını, acılarını, çırpınışlarını birleştirecektir anlatıcı, hem de önceki romanlardan daha bir öne çıkarak. Korkağın Türküsü her ne kadar ‘artık söyleyecek sözünün olmadığını’ söyleyerek bitse de daha umutlu bir atmosferi barındırır. Anlatma çırpınışının sanki karşılık bulma olasılığı doğmuştur. Taşlı yollarda eski günlerin gerçeğine dönmek istese de sokağın direncine göz kırpacaktır. Üç romanın ardından gelen Çırpınışlar o yalnızlık, yaşlılık, yenilmişlik, içe dönüklük sürecini tamamlayan, sıkı örgülerle öncekilere tutunan, ama söyleyişiyle, çağrışım zenginliğiyle, biçemiyle öncekilerden ayrı da okunabilecek bir roman.

Aslında bu dört roman için de “roman mı?” sorusunu sormak mümkün. Çok kendine özgü anlatılar olduklarını söyleyebilir miyiz? Denemeye, öyküye, anıya, şiire kapı aralayan, türler arasında gidip gelen metinler. Özellikle anlatımın her anlatıda yeniden inşa edilmesi, kendine özgü kalıbı bulması önemli. Kasırganın Gözü’ndeki, Korkağın Türküsü’ndeki dışa dönük dil, sokağın söyleyişi, üstgeçitler, toplumsal arka plan, Çırpınışlar’da daha içe dönük, bilinç akışıyla savrulan, düzen istemeyen, çağrışımlarla oluşturulan bir dile dönüşüyor. Ama anlatı nasıl bir biçime bürünürse bürünsün anlatıcının yalnızlığı, yaşlılığın içinde geçmişin izleri, umursanmamayı kanıksayarak da olsa, yeniden sokaksız kalmayı göze alarak anlatmaya ‘çırpınması’ dört romana da yansıyor.
Çırpındıkça batmak gibidir Çırpınışlar anlatısının kurgusal yapısı. Dört bölüme ayrılıyor roman. Her bölümün girişinde gidene, yalnız bırakana, geçen zamana, yaşlılığa ilişkin gündelik yaşamın ayrıntılarından çağrışımlarla kısa kısa öykücükler yer alıyor. Arkasından şiirsel söyleyişi öne taşıyan metinler geliyor her bölümde. Şiirsel metinler yalnızlığın, yaşlılığın, yenilmişlik duygusunun izlerini dinginliğe taşıyor. Her bölümün sonunda ise sözcüklerin tadına vara vara okumanız gereken, çağrışımlarla zenginleşen uzun anlatılar var. Uzunlu kısalı, eksiltmeli, bilinçli olarak söyleyişi kırılan cümlelerle düzenli söyleyişe karşı koyan, bilinç akışına yönelen anlatılar… Bir düzen gerektirmez anlatmak için çırpınmak. Düzensiz çağrışımlarla anlatının ritmini arttırır bu uzun bölümler. Ama bu düzensizlik içinde bile yazınsal mimarisini oluşturma ustalığını gösterir Necati Tosuner. Her bölümün sıralaması, uzun anlatıdan hemen önce gelen şiirsel metin, uzun anlatıda bir paragraf ya da geçiş olanağı sağlayan koyu sözcükler düzensiz görünen söyleyişin ustalıklı mimarisini oluşturur.
Hırpalanan, örselenen, incinmiş bir yaşamın sonuna doğru yalnızlığın, yaşlılığın sancılı günleridir anlatıcının içinde bulunduğu zaman. Kimi kez huysuz olabilir, ötelemiştir çünkü günleri. Umduklarını bulamamıştır, gelecek günlerin karanlığına karşı çocukluğun gerçeğine yönelecektir, o sokağını bulabilmek için. Anlatmak, düşündüğünü söylemek için çırpınmak yetmez vurdumduymazlığın karşısında. Hep kendisinde arasa da kusuru sanki anlamak ya da ayırtına varmak için hiç ‘çırpınmayan’lara da, kalabalığın gürültülü ‘sessizliği’ne de gönderir bizi. Yenilmişliğin içindeki masalsı yanı, anlatacak öyküsü olanın umudunu da taşır satır aralarında. Giderek kabalaşan dünyanın içinde anlatıcının iç sesidir yalnız olmanın, söyleşmenin çırpınışları…

Necati Tosuner öykücülüğüyle, romancılığıyla yazınımızın yapı taşlarından biridir. Çırpınışlar romanıyla bir dörtlemeye dönüşen romanlar kendine özgü anlatılar olarak romancılığımızda özellikli bir yerde konumlanıyor.