Ara Nağme
Dergilerdeki
öyküleriyle tanıdığımız Fuat Sevimay’ın ilk öykü kitabı Ara Nağme Aylak Adam Yayınları arasında yayımlandı. 2011 yılında
yayımlanan Aynalı ve bu yılın başında
yayımlanan Anarşık adlı iki romanı
var Fuat Sevimay’ın. Romanın ardından gelen bir öykü kitabı Ara Nağme. Hep karşılaşılanın aksine
öykü kitabından romana değil, romandan öykü kitabına doğru bir yolculuk. Arka
arkaya çevirilerinin de yayımlandığını görüyoruz. Yazma coşkusunu okuyucusuna
da iletebilen bir yanı var öykülerinin, romanlarının, çevirilerinin.
Ara Nağme farklı konuların ele alındığı,
bazı öykülerde alışılmışın dışında kurguların, öyküye göre değişik anlatım
biçimlerinin denendiği bir ilk öykü kitabı. Öykülerinde ele aldığı olaylar ve
öykü kişileri bakımından geniş bir yelpazesi var Fuat Sevimay’ın. Mahallenin
bıçkın delikanlıları da var öykülerde, İsa ve Havarileri de… Marco’yla gezgin
olurken, genç yaşta ölen bir lise öğrencisinin ilk aşkını, Cin Ali’nin sevdası
uğruna adam öldürmesini okuyoruz. Öykü mekânlarının çoğu kentlerin arka
mahalleri diyebiliriz. Mekânlar da çeşitlilik gösteriyor aslında; kentsel
dönüşümün mahallelerinden, taşraya, mahpushaneye, tren istasyonuna,
Kapalıçarşı’dan şehir hatları vapuruna kadar… Bu çeşitlilik bir yanıyla da
değişik anlatım biçimlerini denemekte yardımcı oluyor yazara.
Kitabın
ilk öyküsü “Deli Babam Ölmüş”, deli babasını hiç tanımamış bir kızın karakolda
babasının öldüğünü öğrenmesini anlatıyor. Babasını tanıyıp kimliğini
belirleyense deli arkadaşı Ziya’dır. “Evlat”, “ağzı yüzü eğri büğrü” doğan, doğduğu zaman annesini yitiren,
kendisini öylece bırakıp kaçan babasını hiç tanımayan bir kadının zor
koşullardaki yaşamının öyküsüdür. Öykünün dili tüm toplumu sorgulayan bir
yapıya dönüşerek ‘siz’ anlatımıyla kurulmuş. “Çiğ Börek” istasyonda anasının
yaptığı börekleri satan Bayram’ın bir bayram günü hayallerinin, anasının
emeklerinin çalınmasının öyküsüdür. Kitaba adını da veren, kitabın en iyi
öykülerinden biri olduğunu düşündüğüm “Ara Nağme” adlı öykü mahallesinden
çıkarılıp başka yerlere yerleştirilmek istenen, kentsel dönüşümle yaşamları
değişecek olan insanların sıkıntısını, çaresizliğini anlatıyor. Babako’nun
kemanıyla hüzzamdan başlayan kabullenişin, çaresizliğin şarkıları, giderek tüm
mahalleye yayılan ‘has şopar havası’yla ‘gerdan kıvırmanın’ haykırışına,
isyanına dönüşüyor. “Başsağlığı” ise mizaha da yaslanan bir yanlış anlamanın
öyküsü.
Ardı
ardına gelen üç öykü “Havariler”, “Marco” ve “Sen Bana Kapalı Çarşı” kitaptaki
diğer öykülerden farklı bir yerde duruyorlar. Bu üç öykü ayrı bir bölüm olarak
yer alabilir miydi? Ya da bir ‘ara’ bölüm gibi. Üç öykü de konularını tarihten,
söylencelerden alıyor. Anlatım biçimleriyle de diğer öykülerden ayrılıyorlar.
“Havariler” İsa ve havarilerinin son akşam yemeğine farklı bir bakışı içeriyor.
“Marco” bir gezginin, kervanın öyküsü. “Sen Bana Kapalı Çarşı” adlı öykü ismini
Sezai Karakoç’un bir dizesinden alıyor. Tarihsel arka planıyla kapalı çarşıyı
anlatıyor.
“Torakçı”
ve “Faroz” adlı öyküler de insanın kendini, yaşamı sorguladığı daha kapalı
biçimde öyküler. Kitabın ilk öykülerinden ayrı bir anlatımı var. Fuat Sevimay
bu öykülerde de kendine özgü yalın anlatımını korumakla birlikte şiirselliğe de
yaslanıyor. “Şiş ve Fiş” öyküsüyle “Cin Ali” öyküsü iç içe geçmiş öyküler.
Fırfır Hanım’ın yavuklusu Cin Ali, Fırfır’ın koynuna aldığı Fedai’yi tam
kalbinden şişleyerek öldürür. Sonrasında sevdası uğruna adam öldüren, mahpus
damındaki Cin Ali’yi okuruz. “Emel’i Beklerken” seksen darbesinin öncesinde,
kurşunlanan bir çay bahçesinde hayatını yitiren liseli gencin ağzından
anlatılan bir öykü. Liseli genç ölü, ilk aşkı Emel’i, vurulmasını ve sonrasını
anlatıyor okuyucuya. Kitabın son öyküsü gerek ismiyle, gerek kurgusuyla,
gerekse anlatımıyla kitabın en ayrıksı öyküsü diyebilirim: “Vapurdaki Okur, 77
Sayfalık Kitap, Yazmaya Yeltenen Kefal ve Balıkçıya Yancı Olan Kahraman” Bir
şehir hatları vapurunun yolcuları, yazar ve iskele kenarında balık tutmaya
çalışan öykü kahramanı.
Coşkulu,
hareketli, dilin tempolu kullanıldığı bir anlatımı var Fuat Sevimay’ın. Sözcük
oyunlarına başvurmayan, söyleyişi olabildiğince akıcı kılan yalın bir dil
anlayışı. Sözcük seçimini bir iki yerde yadırgadığımı söylemeliyim gene de.
Akıcı, tempolu giden bir anlatıda “gayri ihtiyari”yle karşılaşınca ‘ister
istemez’ yadırgıyorum. Dil tercihiniz o yönde olursa elbette bu olağan
karşılanabilir, ama bu öykülerde pek olağan durmuyor.
Fuat
Sevimay ilk öykü kitabıyla, öykü üzerine düşündüğünü, denemekten çekinmediğini,
farklı kurgulamalardan kendine özgü öykülemeler çıkardığını gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder