Necip Tosun'dan Günümüz Öyküsüne Bakış
Kadir Yüksel
Öykü
üzerine düşünen kitapları yazmıştım geçtiğimiz iki yılın öykü yıllıklarına. Ne
yazık ki öyküdeki yükselişin öykü üzerine düşünen kitaplara yansımadığını
söylemek gerekiyor. Oysa özellikle öykü dergilerinde, gazetelerin kitap
eklerinde öykü üzerine yazıların çoğaldığını, pek çoğununsa kitap tanıtımının
ötesine geçtiğini, iyi yazılar olduklarını görüyoruz. Bu yoğunluğun şimdilik
daha çok dergilerde kaldığını, pek de dikkate alınmadığını, hatta öykü
yıllıklarının bile suskunlukla karşılandığını söylemeliyiz. Hal böyleyken öykü
üzerine düşünen kitapların suskunlukla karşılanması neredeyse doğal
karşılanacak. Bir de bunun yanına deneme, eleştiri kitaplarını yayımlamaktan
kaçınan yayınevlerini koyalım. Ortada öykü üzerine düşünen yazılar var ama
kitaplaşamıyor, bir bütünlüğe ulaşamıyor.
Bu
zorluğun üstesinden gelen bir öykücü var son yıllarda; Necip Tosun. Öykülerinin
yanı sıra öykü üzerine yazılarıyla, eleştirileriyle, denemeleriyle Hece Öykü dergisinin kadrosunda yer
alıyor uzun yıllardır. Öykü üzerine bütün birikimini 2011’den bugüne dört
önemli çalışmayla okuyucuyla buluşturdu. Aslında daha öncesi de var; bir deneme
kitabı Hayat ve Öykü, Mustafa Kutlu
ve Rasim Özdenören üzerine iki inceleme.
2011
yılında Modern Öykü Kuramı’nı
yayımladı. Modern öykünün dünyadaki serüveniyle başlayan kitap, bizim
edebiyatımızda öykünün serüvenini ele aldıktan sonra öykünün temel kavramlarına
odaklanıyor; öykünün dili, atmosfer, karakter, ritim, anlatıcının konumu…
Yazıyı, öyküyü sorgulayan, öykü üzerine düşünmeye çağıran bir kitap olarak
yerini aldı.
2013 yılında Öykümüzün Kırk Kapısı yayımlanır. Son
yüz yılda öykücülüğümüzün Türk edebiyatında oluşturduğu zengin birikimin
yazarlar üzerinden kayıt altına alınmasıdır bu çalışma. Halit Ziya
Uşaklıgil’den Hulki Aktunç’a kadar öykücülüğümüzde iz bırakmış, köşe taşı olmuş
kırk öykücü üzerine düşünüyor, öykücülüğümüzün serüvenine bir de yazarlar üzerinden
bakıyor Necip Tosun. Bu iki önemli kitabın da yeterince duyulmadığını, ne yazık
ki, belli bir kesimin içinde yer bulduğunu düşünüyorum. Oysa bu iki kitapta da
konuşulacak tartışılacak, belki de karşı çıkılacak çok şey var. Necip Tosun’un
bu çalışmalarda öykünün estetik ölçülerini unutmadan, kadrosundan geldiği
kesimin kimi imzaları gibi dar bir bakış açısının içine sıkışmadan yazdığını
söylemeliyiz. Yargılarında önceliği hep öyküden, edebiyattan yana… Tabii ele
alacağı öykücülerin seçiminde öznelliğin önemli olduğunu söylemek bile fazla.
Kimine göre öykücülerde eksiklikler olacaktır ama seçilen öykücüler
öykücülüğümüzün serüveninin köşelerini, damarlarını, izlerini ortaya koyuyor.
Necip Tosun’un benim
için en değerli çalışması ise geçen yıl yayımlanan Doğu’nun Hikâye Kuramı adlı kitabı. Şimdiye kadar üzerine
düşmediğimiz, ikincil durumda bırakıp söz arasında geçiştirdiğimiz bir alana
odaklanıyor bu kitabında. Modern öyküye hep batının edebiyat anlayışlarının
gözüyle bakıp karşılaştırıyoruz. Oysa toplumların anlatı gelenekleri öyle
birkaç yılda, bir yüzyılda oluşmuyor, çok daha eskilerden, zamana karşı
direnmiş yapıtlardan alıyor gücünü. Doğu’nun klasikleşmiş anlatılarından yola
çıkarak hikâye anlatmayı ele alıyor, bugünün modern öyküsüne Doğu anlatısının
nasıl katkılar yapabileceğini sorguluyor. Birçok yönüyle bizi kışkırtıyor,
bugün öykü yazarken, belki de en çok “nasıl”
konusunda yeniden düşünmeye çağırıyor.
Necip Tosun çalışkan,
üretken bir yazar. Bu yıl da öykü üzerine kitaplarına bir yenisini ekledi: Günümüz Öyküsü. Öykü üzerine düşünce
üreten bir dörtlemeye ulaşmış oldu. Günümüz
Öyküsü daha önce yayımlanan Öykümüzün
Kırk Kapısı adlı kitabın devamı gibi. Önceki kitabıyla Tanzimat’tan
1980’lere, bu yıl yayımlanan kitabı Günümüz
Öyküsü’yle 1980’den bugüne öykücülüğümüzün izini sürüyor.
Kitabın “Sunuş”
yazısında kitabı oluşturma amacını, oluştururken nelere dikkat ettiğini
anlatmanın yanı sıra 1980 sonrası öykücülüğümüze de değiniyor Necip Tosun.
Çerçeve çizme amacıyla yazılmış özet bir giriş yazısı olsa da önemli saptamalarda
bulunuyor. 12 Eylül’le birlikte gelen kırılmaları, kopuşları, hemen peşi sıra
inanç sarsılmalarını, kimlik bunalımlarını, sorgulamaları ele alıyor. Öykünün,
hatta tüm bir edebiyat anlayışının nasıl bir değişimin içine girdiğini, isyanın
sert, hırçın sesinin yerini yenilginin, hesaplaşmanın içsel, kırık sesine
bıraktığını söylüyor. 70’li yıllardan devralınan kaba gerçekçi söylem yerini
farklı gerçekçilik anlayışlarına, çok katmanlı söylemlere bırakacaktır.
Toplumsal olanın edebiyata taşınması sekteye uğrayacak, hatta neredeyse
edebiyattan uzaklaştırılacaktır. Biçimci, estetik kaygılar öne çıkacaktır. Yenilikçi
anlayışlar yaygınlaşacak, özellikle 50 Kuşağının çıkışına eklemlenmek isteyen,
o kuşağın izini süren, o birikimi taşımak isteyen bir kuşak oluşacaktır.
80’lerin ilk yarısında
öykünün daha çok içine kapandığını, dergilerden uzaklaştığını, sürgüne
gönderildiğini de belirtmek gerekir belki. Gerçi özet olduğunu söyledim ama
küçük bir eklemenin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle 90’ların ikinci
yarısında çıkagelen öykü dergileriyle birlikte sürgündeki öykü geri döner,
yurduna kavuşur. Dergilerin açtığı alan öykünün hız almasını, o hep sözünü
ettiğimiz öykünün gündeme taşınmasını sağlayacaktır.
Geleneksel birikimi
değerlendiren, hikâye anlatma geleneğini bugünün öykü anlayışına taşıyan bir
çizgiden söz ediyor Necip Tosun. Bu doğru bir saptamadır ama yönünün tek
taraflı gösterildiğini düşündüm. Rasim Özdenören ve Mustafa Kutlu çizgisinin
güçlü bir çizgi olduğuna kuşku yok. Ama geleneksel birikimden yararlanma ve
özellikle ‘yerlilik’ bu çizgide mi var sadece? Örneğin Faruk Duman geleneksel
anlatımlardan, hatta eski metinlerin söyleyişlerinden, dilinden yararlanmıyor
mu? Halk hikâyecilerinin, meddahların ses tonu yok mu dönem öykücülerinde?
Bence var, yani demem o ki, tespit çok doğru ama adres eksik bana kalırsa.
Sonra ‘yerlilik’ kavramı da ilginç. Gene aynı çizginin bu ülkenin insanlarını
duyuş, hissediş olarak öykülerine yansıtan bir yerli damar oluşturduğunu
söylüyor. Bilmem ki, diğer çizgideki damarlar bu ülke insanlarını
duyumsayamıyor, hissedemiyor mu? ‘Yerli’ değillerse yapaylar mı ya da ‘ne’ler?
Bütün yazılarda gerçekten estetik değeri, öyküyü öne çıkaran, çok doğru
saptamalarla, sorgulamalarla düşünce üreten Necip Tosun’un o yerlilik paragrafına
bir kez daha göz atmasını rica ediyorum.
Sunuş yazısının
ardından günümüz öyküsünde kendine özgü yer edinmiş öykücülerin öykü
dünyalarına yöneliyor Necip Tosun. Elli öykücüye yer veriliyor. Necati Mert’le
başlıyoruz öykücüler arasındaki yolculuğumuza, Cemil Kavukçu’yla devam
ediyoruz. Hüseyin Su, Murathan Mungan, Leyla Ruhan Okyay, Sezer Ateş Ayvaz,
Özcan Karabulut, Cemal Şakar, Ethem Baran, Ayfer Tunç, Özen Yula, Behçet Çelik,
Sema Kaygusuz, Başar Başarır, Ahmet Büke, Köksal Alver, Abdullah Harmancı,
Handan Acar Yıldız, Aykut Ertuğrul seçilen öykücüler arasında. Kitaptaki
öykücüler bütün ürünleriyle değerlendiriliyor. Öykü anlayışları, yazış
biçimleri, temaları, öykücülüğümüze kattıkları belirlenmeye çalışılıyor.
Kitabın bütününde günümüz öykücülüğünün her kanadını, her çizgisini kapsayan
bir fotoğraf oluşuyor.
Necip Tosun, bugün
öykücülüğün en çok gereksindiği alanda, öykü üzerine düşünce üretmede üstüne
düşeni fazlasıyla yapan, üretken bir yazar. Dört yapıtı da öykü yazanları
öyküyü yeniden düşünmeye, sorgulamaya, hesaplaşmaya kışkırtıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder