3 Mayıs 2016 Salı

NECİP TOSUN - GÜNÜMÜZ ÖYKÜSÜ

Necip Tosun'dan Günümüz Öyküsüne Bakış

Kadir Yüksel 

            Öykü üzerine düşünen kitapları yazmıştım geçtiğimiz iki yılın öykü yıllıklarına. Ne yazık ki öyküdeki yükselişin öykü üzerine düşünen kitaplara yansımadığını söylemek gerekiyor. Oysa özellikle öykü dergilerinde, gazetelerin kitap eklerinde öykü üzerine yazıların çoğaldığını, pek çoğununsa kitap tanıtımının ötesine geçtiğini, iyi yazılar olduklarını görüyoruz. Bu yoğunluğun şimdilik daha çok dergilerde kaldığını, pek de dikkate alınmadığını, hatta öykü yıllıklarının bile suskunlukla karşılandığını söylemeliyiz. Hal böyleyken öykü üzerine düşünen kitapların suskunlukla karşılanması neredeyse doğal karşılanacak. Bir de bunun yanına deneme, eleştiri kitaplarını yayımlamaktan kaçınan yayınevlerini koyalım. Ortada öykü üzerine düşünen yazılar var ama kitaplaşamıyor, bir bütünlüğe ulaşamıyor.   

            Bu zorluğun üstesinden gelen bir öykücü var son yıllarda; Necip Tosun. Öykülerinin yanı sıra öykü üzerine yazılarıyla, eleştirileriyle, denemeleriyle Hece Öykü dergisinin kadrosunda yer alıyor uzun yıllardır. Öykü üzerine bütün birikimini 2011’den bugüne dört önemli çalışmayla okuyucuyla buluşturdu. Aslında daha öncesi de var; bir deneme kitabı Hayat ve Öykü, Mustafa Kutlu ve Rasim Özdenören üzerine iki inceleme.
            2011 yılında Modern Öykü Kuramı’nı yayımladı. Modern öykünün dünyadaki serüveniyle başlayan kitap, bizim edebiyatımızda öykünün serüvenini ele aldıktan sonra öykünün temel kavramlarına odaklanıyor; öykünün dili, atmosfer, karakter, ritim, anlatıcının konumu… Yazıyı, öyküyü sorgulayan, öykü üzerine düşünmeye çağıran bir kitap olarak yerini aldı.
2013 yılında Öykümüzün Kırk Kapısı yayımlanır. Son yüz yılda öykücülüğümüzün Türk edebiyatında oluşturduğu zengin birikimin yazarlar üzerinden kayıt altına alınmasıdır bu çalışma. Halit Ziya Uşaklıgil’den Hulki Aktunç’a kadar öykücülüğümüzde iz bırakmış, köşe taşı olmuş kırk öykücü üzerine düşünüyor, öykücülüğümüzün serüvenine bir de yazarlar üzerinden bakıyor Necip Tosun. Bu iki önemli kitabın da yeterince duyulmadığını, ne yazık ki, belli bir kesimin içinde yer bulduğunu düşünüyorum. Oysa bu iki kitapta da konuşulacak tartışılacak, belki de karşı çıkılacak çok şey var. Necip Tosun’un bu çalışmalarda öykünün estetik ölçülerini unutmadan, kadrosundan geldiği kesimin kimi imzaları gibi dar bir bakış açısının içine sıkışmadan yazdığını söylemeliyiz. Yargılarında önceliği hep öyküden, edebiyattan yana… Tabii ele alacağı öykücülerin seçiminde öznelliğin önemli olduğunu söylemek bile fazla. Kimine göre öykücülerde eksiklikler olacaktır ama seçilen öykücüler öykücülüğümüzün serüveninin köşelerini, damarlarını, izlerini ortaya koyuyor.
Necip Tosun’un benim için en değerli çalışması ise geçen yıl yayımlanan Doğu’nun Hikâye Kuramı adlı kitabı. Şimdiye kadar üzerine düşmediğimiz, ikincil durumda bırakıp söz arasında geçiştirdiğimiz bir alana odaklanıyor bu kitabında. Modern öyküye hep batının edebiyat anlayışlarının gözüyle bakıp karşılaştırıyoruz. Oysa toplumların anlatı gelenekleri öyle birkaç yılda, bir yüzyılda oluşmuyor, çok daha eskilerden, zamana karşı direnmiş yapıtlardan alıyor gücünü. Doğu’nun klasikleşmiş anlatılarından yola çıkarak hikâye anlatmayı ele alıyor, bugünün modern öyküsüne Doğu anlatısının nasıl katkılar yapabileceğini sorguluyor. Birçok yönüyle bizi kışkırtıyor, bugün öykü yazarken, belki de en çok “nasıl” konusunda yeniden düşünmeye çağırıyor.
Necip Tosun çalışkan, üretken bir yazar. Bu yıl da öykü üzerine kitaplarına bir yenisini ekledi: Günümüz Öyküsü. Öykü üzerine düşünce üreten bir dörtlemeye ulaşmış oldu. Günümüz Öyküsü daha önce yayımlanan Öykümüzün Kırk Kapısı adlı kitabın devamı gibi. Önceki kitabıyla Tanzimat’tan 1980’lere, bu yıl yayımlanan kitabı Günümüz Öyküsü’yle 1980’den bugüne öykücülüğümüzün izini sürüyor.
Kitabın “Sunuş” yazısında kitabı oluşturma amacını, oluştururken nelere dikkat ettiğini anlatmanın yanı sıra 1980 sonrası öykücülüğümüze de değiniyor Necip Tosun. Çerçeve çizme amacıyla yazılmış özet bir giriş yazısı olsa da önemli saptamalarda bulunuyor. 12 Eylül’le birlikte gelen kırılmaları, kopuşları, hemen peşi sıra inanç sarsılmalarını, kimlik bunalımlarını, sorgulamaları ele alıyor. Öykünün, hatta tüm bir edebiyat anlayışının nasıl bir değişimin içine girdiğini, isyanın sert, hırçın sesinin yerini yenilginin, hesaplaşmanın içsel, kırık sesine bıraktığını söylüyor. 70’li yıllardan devralınan kaba gerçekçi söylem yerini farklı gerçekçilik anlayışlarına, çok katmanlı söylemlere bırakacaktır. Toplumsal olanın edebiyata taşınması sekteye uğrayacak, hatta neredeyse edebiyattan uzaklaştırılacaktır. Biçimci, estetik kaygılar öne çıkacaktır. Yenilikçi anlayışlar yaygınlaşacak, özellikle 50 Kuşağının çıkışına eklemlenmek isteyen, o kuşağın izini süren, o birikimi taşımak isteyen bir kuşak oluşacaktır.
80’lerin ilk yarısında öykünün daha çok içine kapandığını, dergilerden uzaklaştığını, sürgüne gönderildiğini de belirtmek gerekir belki. Gerçi özet olduğunu söyledim ama küçük bir eklemenin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle 90’ların ikinci yarısında çıkagelen öykü dergileriyle birlikte sürgündeki öykü geri döner, yurduna kavuşur. Dergilerin açtığı alan öykünün hız almasını, o hep sözünü ettiğimiz öykünün gündeme taşınmasını sağlayacaktır.
Geleneksel birikimi değerlendiren, hikâye anlatma geleneğini bugünün öykü anlayışına taşıyan bir çizgiden söz ediyor Necip Tosun. Bu doğru bir saptamadır ama yönünün tek taraflı gösterildiğini düşündüm. Rasim Özdenören ve Mustafa Kutlu çizgisinin güçlü bir çizgi olduğuna kuşku yok. Ama geleneksel birikimden yararlanma ve özellikle ‘yerlilik’ bu çizgide mi var sadece? Örneğin Faruk Duman geleneksel anlatımlardan, hatta eski metinlerin söyleyişlerinden, dilinden yararlanmıyor mu? Halk hikâyecilerinin, meddahların ses tonu yok mu dönem öykücülerinde? Bence var, yani demem o ki, tespit çok doğru ama adres eksik bana kalırsa. Sonra ‘yerlilik’ kavramı da ilginç. Gene aynı çizginin bu ülkenin insanlarını duyuş, hissediş olarak öykülerine yansıtan bir yerli damar oluşturduğunu söylüyor. Bilmem ki, diğer çizgideki damarlar bu ülke insanlarını duyumsayamıyor, hissedemiyor mu? ‘Yerli’ değillerse yapaylar mı ya da ‘ne’ler? Bütün yazılarda gerçekten estetik değeri, öyküyü öne çıkaran, çok doğru saptamalarla, sorgulamalarla düşünce üreten Necip Tosun’un o yerlilik paragrafına bir kez daha göz atmasını rica ediyorum.
Sunuş yazısının ardından günümüz öyküsünde kendine özgü yer edinmiş öykücülerin öykü dünyalarına yöneliyor Necip Tosun. Elli öykücüye yer veriliyor. Necati Mert’le başlıyoruz öykücüler arasındaki yolculuğumuza, Cemil Kavukçu’yla devam ediyoruz. Hüseyin Su, Murathan Mungan, Leyla Ruhan Okyay, Sezer Ateş Ayvaz, Özcan Karabulut, Cemal Şakar, Ethem Baran, Ayfer Tunç, Özen Yula, Behçet Çelik, Sema Kaygusuz, Başar Başarır, Ahmet Büke, Köksal Alver, Abdullah Harmancı, Handan Acar Yıldız, Aykut Ertuğrul seçilen öykücüler arasında. Kitaptaki öykücüler bütün ürünleriyle değerlendiriliyor. Öykü anlayışları, yazış biçimleri, temaları, öykücülüğümüze kattıkları belirlenmeye çalışılıyor. Kitabın bütününde günümüz öykücülüğünün her kanadını, her çizgisini kapsayan bir fotoğraf oluşuyor.
Necip Tosun, bugün öykücülüğün en çok gereksindiği alanda, öykü üzerine düşünce üretmede üstüne düşeni fazlasıyla yapan, üretken bir yazar. Dört yapıtı da öykü yazanları öyküyü yeniden düşünmeye, sorgulamaya, hesaplaşmaya kışkırtıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder