Seni
Seviyorum. Çok,
Bora
Abdo ilk öykü kitabı Öteki Kışın Kitabı’yla
önemsenen bir çıkış yakalamıştı. Okuyucusunu çok bekletmeden çıkagelen Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü adlı öykü
kitabıyla da öykücülüğümüzde kendine özgü bir yer açtı. İlk öykü kitabıyla
Yunus Nadi, ikinci kitabıyla da Sait Faik ödüllerini aldı. İlk bakışta kapalı
bir öykü evreni olarak görülse de ilk okumanın ötesine geçildiğinde derinleşen,
okuyucusunu içine çekiveren bir evren kurduğu görülebilir. Dilin kırılganlıklarına
yöneldiğini, öykü evrenini dilden bağımsız kurmadığını, sözcük seçiminden cümle
kuruluşuna kadar hep cesur davrandığını ama kesinlikle şirazesinden çıkmadığını
söylemek gerek. Bora Abdo’nun okuyucusunun, öykünün, yazının katmanlarını,
hatta derdini de üstlenen, sadece anlatılanı değil anlatımı da, cümleleri değil
sözcükleri de okumaya çalışan tutkulu bir okuyucu olduğunu düşündüm hep. Uzun
yıllar uzak durduğu yazıyla son yıllarda öyle sıkı bir bağ örüyor ki ne kendi
yazı evrenini ne de tutkulu okuyucusunu fazla bekletmiyor. Bu yılın başında da
üçüncü öykü kitabıyla çıkageldi: Seni
Seviyorum. Çok,
Seni Seviyorum. Çok, önceki iki kitap
gibi arkası gelecek olan bir üst başlığın, “Pergel
İkilemesi”nin ilk kitabı. Öteki Kışın
Kitabı “Karakış Üçlemesi”nin ilk
kitabıydı. Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü
ise “Beni Unutma Dörtlemesi”nin ilk
kitabı. Önce bir üçleme, ardından bir dörtleme ve şimdi de ikileme… Ve hepsinin
de ikinci kitapları roman. İlk ikisinde sözü edilen romanların adları bile
verilmiş: “Gerçek Adı Süreyya” Karakış
Üçlemesi’nin, “Balık Boğulması” Beni
Unutma Dörtlemesi’nin ilk romanları. Pergel
İkilemesi’nde ise romanın adı konmamış ama ikilemenin ikinci kitabının bir
roman olduğunu öykü aralarındaki kısa alıntılardan anlıyoruz. Daha şimdiden üç
roman sözüyle yayımlanan üç öykü kitabı. Zoru seven okuyucusunu bu kadar hazırladıktan,
meraklandırdıktan sonra… cümlenin sonu nasıl tamamlanır belli değil mi?
Kitabı
elinize aldığınızda okuyacağınız arka kapak yazısını yazan Melal Yayıncılığın
sahibi Şekip Adil, öyküleri okuduğunuzda daha bir ilginç hale geliyor, öyküler
bittiğinde bir kez daha okuyorsunuz arka kapak yazısını, öyküler asıl orada
bitiyor ya da yeniden başlıyor. Hele bir kabana iğne iplikle işlenmiş o söz
başlı başına bir öykü evreni: “Yazma!
Yazıp da kendini öldürme.”
Babaya
adanan ilk kitabın ardından, oğluna adamıştı ikinci kitabını Bora Abdo. Bu
üçüncü kitabını ise annesine adıyor. Babası yazarın öykü yazmasını sevmiyordu,
oysa annesi yazara ilk daktilosunu hediye etmiş ve ilk sayfaya “çiçeklerimi
sulamayı unutma e mi” diye yazıp gitmişti. O sarı saman kâğıdı hâlâ saklanıyor.
Sekiz
öykü yer alıyor kitapta. Tarihsel arka planı da olan öyküler hepsi ama
kesinlikle tarihsel öyküler değil. İlk iki kitabından ayrılarak öykülerinin
zaman ve mekânında bir değişiklik yapıyor Bora Abdo. Günümüzden çok gerilere
taşıyor öykülerini, her öykünün içinde o öykünün geçtiği tarihi yazıyla yazarak
cümlelerin arasına yerleştiriyor. 1840’lardan 1930’lara, 1950’lerden 1960’lara
kadar sıçramalı zaman aralıklarında dolaştırıyor bizi yazar, son öykünün
altındaki tarih ve yer ise ilginç: 1920,
Heybeliada. (Arka kapak yazısına gitmek gerek bir de: 2016, Bilecik)
İlk
öykü “Melâl” sucu Adil’in öyküsüdür. Öykünün zamanı 1840’lı yıllar. Üvey kızı
Melâl’e âşık olur sucu Adil, kızın evlenmesini istemez, gelen görücüleri geri
gönderecektir. En sonunda görücülerden birini geri gönderemez ve kızın
evlenmesine engel olamaz. Ama aşkı sürecektir, hele karşılık bulduğunda iyice
ateşlenir aşk. Aşkın sonu ise irkiltir, tedirgin eder… İkinci öykü “Muayyen Bir
Rotaya Dönmek” ise sucu Adil’in denizci dostunun öyküsüdür. Denizcinin ağzından
anlatılan öykü gemi yaşamına, korsanlığa, güvertede asılanlara götürüyor bizi.
Bir yandan da denizcinin gemileri bırakıp Adil gibi su satıcısı olmak
istediğini öğreniyor, Melâl’e olan aşkını okuyoruz. Dostu Adil’in üvey kızı
olan Melal’e âşıktır denizci. Melal’in okuyucunun içini acıtan sonu…
Öykü
kişileri diğer kitaplarıyla benzerlikler taşıyor Bora Abdo’nun. Tarihsel olanın
içinden seçiyor bu kez öykü kişilerini. Ama öyle de olsa bugünün öykü
kişilerindeki kötücül yanlar tarihe yaslanan öykü kişilerinde de var. Giderek
şiddete de yaslanan o sert yanını alıyor kişilerinin, kötücüllüklerini açığa
çıkarmayı, insanın özündeki iki uç duyguyu aşkı ve nefreti, sevgiyi ve kötülüğü
karşı karşıya getirmeyi istiyor.
Babaya karşı bütün
öykülerdeki göndermeler de ilgi çekici. Baba göndermelerinin üç kitaba
yayıldığını da söylemek gerek, baba imgesinin izi sürülmeli Bora Abdo’nun
öykülerinde. Kimi kez içli bir sesle sesleniyorlar babalarına öykü kişileri,
kimi kez ise sert göndermelerle. Baba imgesi oğlun içindeki yok edilmesi
gereken bir engele de dönüşebiliyor, nefrete ulaşan bir kızgınlığa da, özleme
giden bir sevgiye de… Ama kesin olan, öykü kişisinin kendini arayışının,
kendiyle hesaplaşmasının imgesi olduğudur.
Kadınlar da çoğunlukla
boyun eğen, karşı çıkmayan, karşı çıkmayı denese de yenik düşen öykü kişileri
olarak yer alıyorlar. Erkeğin egemen olduğu bir toplumda kadına düşen hep kâbus,
hep zorluk, hep ölüm… Melâl, sucu Adil’in karısı, kayınvalidesi, Ayşe Edipoğlu,
sahafa gelen gizemli kadın, sultanın kız kardeşi…
Üçüncü öykü “Şekip Bey ve Gökyüzü” 1932’nin
puslu bir Ekiminde İzmir’e götürüyor bizi. Döneme ilişkin ayrıntılarla
oluşturulan atmosferin içinde şair Şekip Bey’le tanışıyoruz. İlk oğlu ölen
Şekip Bey’in ikinci oğlu da hastanededir, doktorlar hastanın durumu hakkında
bilgi vermekte zorlanırlar. Öykü trajik bir sona ulaşacaktır. Şiiri şiir yapan
şairin intiharıdır, iyi şiirin ödülüdür intihar…
İlk
kitabından bu yana ölüm neredeyse Bora Abdo’nun baş tacı. Her öyküsünde ölümle
karşı karşıya kalıyoruz. Bazen ölmüş bir insan üzerinden ilerliyor öykü, bazen
ölmek üzere olan bir insan üzerinden. Çoğunlukla öldürme fiiliyle geliyor ölüm
ya da bir intiharla… Öldüren üvey baba, öldüren oğul, kazada ölen genç kız,
intihar eden baba, intihar eden eş… Önceki kitaplarında da işlenen cinayetleri,
kuytuda yaşamların erken ölüme gidişlerini, intiharları okuyorduk.
Kötücüllüğün, iyiyi alt eden kötünün yarattığı atmosferin doğal sonucudur
şiddet ve ölüm.
Dördüncü
öykü “Zavallı Sahaf” kitapların arasında kaybolmuş bir sahafın öyküsüdür.
1960’lı yıllara götürür bizi yazar. Tozlu raflar arasında Hayat
Ansiklopedisi’nin içinde bulduğu anlaşılmaz mektupları okuyacak ve okuyucuyla
paylaşacaktır. Sahafa mektupları satan gizemli kadına olan aşkı okuruz. Öykünün
içindeki göndermelerse bu öyküden sonra okunacak öykülere ilişkin zekice
göndermelerdir.
Kitaba
adını veren uzun öykü “Seni seviyorum. Çok,” müzik haram denilerek idam edilmek
üzere cellâtların önüne atılan bir müzisyenin öyküsüdür. İki oğlu ve bir kızı
vardır müzisyenin. Sultanın kız kardeşiyle aşk yaşamaktadırlar. Müzisyenin
oğullarıyla çatışması, aşkı için acı çekmeye katlanması, ölümler, öldürmeler…
Parçalı kurgusu, geçişli, dönüşümlü anlatımı öyküyü hareketlendirir.
“Yayıncının
Notu” adlı öyküye geldiğimizde arka kapak yazısını da yazan Şekip Adil’le ve
gizli bir yazar olan eşi Ayşe Ediboğlu’yla tanışıyoruz. Daha doğrusu yazmayı
ister ama tamamlayamadığı romanını basan eşi Şekip Adil’in Ayşe Hanım’a bir
yazar geçmişi oluşturmasıyla ünlenir Ayşe Ediboğlu. Karısı turuncu paltolu bir
adamla kaçıp terk etmiştir Şekip Adil’i, kekeme kızları da mor bir kamyonetin
çarpması sonucu ölür. Karısının bitmemiş romanını yayınlamak için yayınevi
kurar Şekip Bey, kızının adını verir yayınevine: Melâl Yayıncılık. Arka kapak
yazısına gitmek gerekir hemen. Eşini öldüremeyecek kadar çok sevdiğini
söylemektedir Şekip Bey, ama öyküde yazdığı yazıyı da okuyup karar vermeli
okuyucu. (Elbette okuyucunun aklına ilk iki öykünün sucu Adil’i ve üvey kızı
Melâl gelecektir, şöyle bir göz atmadan geçilmez ilk iki öykü de…)
Çok
katmanlı bir kurguyu içeriyor kitap. Her katını kaldırdığınızda başka bir gize
gönderiyor. Birbirinin içinde ayrıntıların zenginliğiyle yerleşmiş göndermeler,
geçişler, satır aralarına kadar saklar ipuçlarını. Örneğin yayıncının notundan
önceki bütün öyküler Ayşe Ediboğlu’nun kaleminden çıkmış olabilir mi ya da
karısına yazar geçmişi oluşturan Şekip Bey’in? Ya da son öyküdeki oğulun…
İlk
kitabındaki kısa cümlelerle hareket eden anlatımını ikinci kitabında
farklılaştırmış, uzun cümlelerle, farklı sözcüklerle dilini sınamıştı Bora
Abdo. Kapalı sayabileceğimiz, dilin, biçemin, arayışın öne çıktığı, kurgusal
yapının sürekli bozulup yeniden yapıldığı, bütüncül olarak tasarlanan bir öykü
kitabıydı Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü.
Bu kez Seni Seviyorum. Çok, ‘un
öykülerinde anlatılanın da, biçem ve dil kadar öne çıktığını görüyoruz. Uzun
cümlelerin yanına farklı sözcük seçimlerini yerleştiriyor, söyleyişi kırıyor,
duraksatıyor. Bazen ağırlığı anlattığı hikâyeye devrediyor, ama öykünün anlatım
temposunu hiç bozmuyor.
Okuyucusunu yormayı seviyor Bora Abdo. Sadece okuyup
geçmesini istemiyor, hem öykünün içinde, hem de öyküyle yan yana dolaşmasını
istiyor. Çok katmanlı, zor öykülerin kitabı Seni
Seviyorum. Çok,’u eline alan okuyucuya biricik önerim kitabın zekice
oluşturulmuş katmanlarına, satır aralarında aranması istenen gizlere ve en
önemlisi de dilin kırılgan büyüsüne kaptırıp öykülerin tadına varmaları,
bağlantıların, göndermelerin keyfini çıkarmaları, insanlık hallerinin, insanın
değişmeyen özünün ayırtına varıp kafa yormaları. Sonrasını,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder