15 Eylül 2017 Cuma

Yoksunlar - Ferhat Özkan

Yoksunlar

Ferhat Özkan ilk öykü kitabı Logosoloji’de kendine özgü bir öykü evrenini oluşturmayı başarmıştı. Dikkat çekici bir ilk kitaptı. “Edebi Gam” adlı ilk öyküde tanıştığımız Katushi M., kitabın son öyküsü “Edebi Mekan”da da karşımıza çıkıyor, bütün öykülere eşlik ettiğini duyumsatıyordu, diğer öykülerle kurulan bağ, öykülerin öyküsüne, göndermelere dönüşüyordu. Dülger İbrahim Efendi, Mehtap Hanım, savunma yapan sanık, mektup yazan şair yazarın okuyucusunu tanıştırdığı öykü kişilerinden bazılarıydı. Öykülerdeki kurgusal denemeler fantastik öğelerle ve alaysamalı anlatımla birleşiyor, okuyucusunu hemen içine çekiveriyordu. Haplara kaydedilmek istenen müzikler, büyüyen zihin, edebiyatın tüketime yönlendirmeyen, yararsız, ilkel bir sanat olması, dili tüketmek, alfabeyi baştan yazmak… Bütün öykülerdeki günümüz insanının çelişkilerine, çıkmazlarına ilişkin göndermelerin, gündelik yaşamın karşımıza çıkardığı ayrıntılarla, gerçeküstü ama sarsıcı öğelerle buluşması daha etkileyici kılıyordu öyküleri. Logosoloji Ferhat Özkan’ın giderek kendi öykü yatağında derinleşeceğinin ipuçlarını verdiği bir ilk kitaptı ve ikinci kitapta dilinin, kurgusunun nasıl evirileceğini düşündürtüyordu.

İkinci kitabı Yoksunlar Ferhat Özkan’ın kendi öykü evreni üzerine derinlemesine düşündüğünü, emek harcadığını, dilinin gelişimine özen gösterdiğini gösteren bir kitap olarak karşımızda duruyor. Logosoloji’yle kurduğu öykü evrenini Yoksunlar’da da sürdürdüğünü, bazı noktalarda değiştirdiğini, geliştirdiğini, ayrıksı yapısını koruduğunu söyleyebiliriz. İlk kitabında kullandığı fantastik öğelerin ikinci kitabında biraz farklılaştığını görüyoruz. Gündelik yaşamın içinden geçerken bazı öykülerinde gerçeküstücü öğeleri günlük yaşam atmosferinin içine katıp harmanlıyor. Kokuyu, nefesi, kahkahayı, bilgilerin çözünmesini kullandığı öykülerinde büyülü gerçekçiliğe yaklaşan ama kendi anlatımını kuran, çizgi dışı bir gerçek ve gerçeküstü kullanımı var. Çağdaş insanın trajikomik yapısını yansıtan öyküler, alaysamalı anlatımın ölçülü kullanımıyla daha da boyutlanıyor, anlatılanın gerisindeki asıl anlama, düşünsel olana yöneltiyor okuyucusunu. Koku sadece bir koku değildir artık, kahkaha kaybı, bilgi çözünmesi, ömür dilekçesi, dolmakalem de öyle… İnsani olana, insanın özüne, nesnelerle, eşyalarla, gündelik olanla kuşatılan insanın yoksun kalışlarına, düş gücüne gönderen öyküler.
  Yoksunluk bütün öyküleri kuşatıyor. Kendisinde olmayanın, mahrum kalışın, eksikliklerle yaşamanın, sahip olunanı kaybetmenin ya da hiç sahip olamamanın sıkıntısını, yokluğun acısını çeken öykü kahramanlarıyla tanışıyoruz. Çağımız insanının elinde olan ama bir türlü değerini bilemediği kendi insani özelliklerinin yaşattığı huzursuzluğa, çaresizliğe gönderiyor bizi yazar. Gündelik yaşamın içinde bir anda karşı karşıya kalıyoruz eksikliklerimizle ya da bir anda eksiliyoruz, kaybediyoruz. Kimi kez insanın bir takım özellikleriyle, kimi kez duyu organlarıyla, kimi kez de nesnelerle, eşyalarla somutlaştırıyor bu eksiklikleri yazar. Sanatın hangi dalıyla uğraşacağına bir türlü karar veremeyen sanatçı ruhlu bir öykü kişisi… koku almak, kahkaha atamamak, eksilen nefes… zeytin tanesi… çay bardağı, zarf bıçağı, dolmakalem… Öykülerin nerdeyse tamamında gündelik yaşamımızın ayrıntılarını gizleyen küçük eşyalar, öykünün ana öğesiyle, nesnelerle, yoksun kalınan duyularla, duygularla birleşerek öne çıkıyor. Kahvaltı masası, parfüm, derin düşünceler vazosu, çay bardağı, zarf bıçağı, dolmakalem…

İlk öykü “Bilgilerinize Ars Longa” adını taşıyor. Hangi sanat dalıyla uğraşacağına bir türlü karar vermeyen öykü kahramanının ömrünün uzatılması için yazdığı bir dilekçedir öykü. Ressam, müzisyen, edebiyatçı olmak arasında gidip gelir kahramanımız, öldürme sanatı, çiçek bakımı da girer yapabileceklerinin arasına, yaşama sanatına ulaşır en sonunda. Öykünün sonunda kitabın diğer öykülerini sıralayıp iyi bir kompozisyon çıkarmak ister kahramanımız. “Hayatımın Kahvaltısı” birlikte kahvaltı eden bir çiftin öyküsüdür. Zeytin paylaşılamaz. Harika hazırlanmış bir kahvaltı sofrası anımsamaya, birlikteliğin sorgulanmasına, iyi olma isteğine dönüşecektir.
Üçüncü öykü “Bir Gün Burnum Kokmaya Başladı” adını taşıyor. Gerek anlattıklarıyla, kurgusuyla, gerek diliyle anlatımıyla Ferhat Özkan’ın öykü evreninin bütün özelliklerini barındırıyor. Sabah kesif bir kokuyla uyanan öykü kahramanı kokunun nereden geldiğini bir türlü bulamaz. Bildiği bütün kokuları kaybetmiştir. Burnundaki kokuyu zamanla tanır, o koku kendi burnunun kokusudur. Çağdaş insanın gündelik yaşamına ilişkin, iyi kurgulanmış, fantastik öğesiyle, alaysamasıyla etkileyici bir öykü. “Eksik Nefes” adlı öyküde ağzından bulutlar çıkar öykü kişisinin, hızlı hızlı solumaya başlar, çıkan bulutları bir şeylere benzetmeye, onlara anlamlar yüklemeye çalışır. Nefes yoksunluğu içinde kendi nefesini tanımaya, kendi nefesine sahip olmaya çalışacaktır.
“Kahkaha Kaybı ve Sonuçları Üzerine” adlı öykü de iz bırakan, etkileyici bir öykü olarak yer alıyor kitapta. Fantastik bir atmosfer içinde günümüz yoksunluklarının getirdiği trajikomikliği, alaysamayı da çok ustaca kullanarak önümüze koyuyor Ferhat Özkan. Şöyle bir ağız dolusu gülebilmek için her çareye başvuran öykü kahramanımız kahkahasını kaybetmiştir. Aslında gülmektedir ama gülme refleksini kaybeden yüzündeki ciddi ifadeyi bir türlü değiştiremez, yüzü gülmez bir türlü. Yaşam karşısında, varlıkla yokluk arasında, acıyla neşe arasında gidip gelen bir salınım.
“Sahalara Dönüş” futbolcu olmanın, yeşil sahalarda izlenen, alkışlanan biri olmanın hayalini kurarken yaşadığı bir talihsizlik sonucu seyircileri izleyen bir güvenlik görevlisi olan öykü kişisinin yeteneklerinden yoksun kalışının, yeteneklerini kullanamayışının öyküsüdür. “Tecrübe Tercümesi” yeni evlenecek bir çiftin evini taşıyan arkadaşların kolilerin arasında bir yorgunluk çayı içmesini anlatır. Birlikteliğin, evliliğin, yaşantıların küçük ayrıntılarla, eşyalarla, anımsamalarla sorgulanmasıdır, tecrübenin tercümesidir öykü.
“Bir Zarf Bıçağının Ettikleri” kitabın içinde ayrı bir yerde duruyor. 1928 yılında Buenos Aires’te bir antikacı dükkânında geçmektedir öykü. Yıllardır ortak olan iki huysuz ihtiyarın ara ara yaptıkları gibi küçük bir tartışmaya girişmeleriyle açılan öykü antikacı dükkânına elinde bıçağıyla bir hırsızın girmesiyle gelişecektir. “Bilgilerin Çözünme Süreci” adlı öykünün kahramanı olmadık zamanlarda olmadık şeyler hatırlayan, gereksi bilgi kaynağı olan biridir. Yaşamın düzeyini yükseltmeyen, gereksiz bilgilerle çöplüğe döndürdüğümüz zihnimiz… kalıcılıktan yoksun bilgi…
“0.89”  hafızaya, hatırlamaya, unutmaya ilişkin eksik, mahrum bırakılmış bir öykü. Hafızasıyla ilgili sorunu olan bir matematik öğretmeninin evine giderken eşinin istediği bir şeyi bir türlü hatırlayamamasına, evrenin genişlemesinin içimizi daraltmasına ilişkin sorular.  “Orospuyazı” unutkanlıklarından şikâyetçi olan birinin dolmakalemini kaybetmesiyle başlayan bir öykü. Kitaplarının ilk sayfasına adını yazdığı kalemidir o dolmakalem. Son zamanlarda herkes için yazılmış kitapları okumaktan sıkılmaktadır, sadece kendisi için yazılmış, bir tek kendisinin okuyabileceği bir kitap hayal eder.

            Bugünün öykücülüğünde farklı bir kanalda iz sürüyor Ferhat Özkan. Öykülemede, kurguda, dilinde ve anlatımında bu farklılığı duyumsatıyor okuyucusuna. İnsanın özüne ilişkin ayrıntılarda gizlenenleri gerçeğin değişik boyutlarında öyküleştiriyor. Her öyküsünde kendini sınayarak çıkıyor öykü tutkunlarının karşısına, merakla okunmayı hak ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder