Tiyatronun Temel Kavramlarına Bakış
Müsahipzade
Celal oyunlarına duyduğum ilgi nedeniyle daha yayımlandığı ilk günlerde edinip
okuduğum “Müsahipzade Celal Tiyatrosu’nda
Osmanlı Tavrı” adlı kitap farklı konularda da tiyatro kavramları üstüne
düşünmemi sağlamıştı. Oyun dili, tiyatroda dil-tavır özellikleri… Murat Tuncay
hocamızın oldukça oylumlu, alanında aşılması çok güç bu yapıtını daha sonraları
bölümler halinde defalarca okuyup altını çizdiğim, notlar aldığım çok olmuştur.
İzlediğim yayınlarda Murat Tuncay imzasını gördüğüm her yazıyı atlamadan okumaya
çalışıyorum o günden beri. Bir kaç yıllık aranın ardından geçen yıl “Sahneye Bakmak I – Tiyatronun Temel
Kavramlarına Bakış” kitabıyla çıkageldi. Kitabın ikinci cildi için de fazla
bekletmedi, bu yıl içinde “Sahneye Bakmak
II” yayımlandı, aynı alt başlıkla.
Tiyatronun kendine özgü pek çok
kavramını kullanırız tiyatrodan konuşurken ama bu kavramlar üzerine derinlemesine
düşünmeyiz. Örneğin “dramatik” sözcüğü hep dilimizdedir de, “dramatik nedir?”
diye sorduklarında ne diyeceğimizi bilemez, çağrışımlarıyla bir şeyler
söylemekten öteye gidemeyiz. Ya da tiyatroda dil sorunu üzerine enine boyuna
düşünmemişizdir hiç. Sanatta kalıplaşma üstüne düşünmek ne kadar da gerekli
oysa bugünün sanat ortamında. Hele hele sahne sanatlarında alkışın işlevini,
alkışlanmak kadar alkışlamanın da gereksinim olduğunu düşündük mü şimdiye dek?
Bugüne kadar çok üstünde durmadığımız bu ve buna benzer türde tiyatro
kavramları üstüne doyurucu yazılardan oluşuyor Sahneye Bakmak I adlı kitap. Murat Tuncay hocamızın otuz yıllık
deneyiminden, birikiminden süzülüp gelen düşünsel, sorgulayıcı yazılar.
Sahneye
Bakmak I “Dramatik Nedir?” sorusuyla başlıyor. Yaklaşık yüz sayfalık bu
yazıda önce dramatik kavramının günlük yaşamımızdaki yerini ve etimolojisini
okuyoruz. Ardından çağlar boyunca dramatik kavramının gelişimini, tiyatro
anlayışları içinde dramatik kavramının aldığı biçimleri ve dramatik olanın
niteliklerini anlatıyor. Dramatik kavramı bütün boyutlarıyla çıkıyor karşımıza.
Kitabın önemsenmesi gereken yazılarından biri de “Tiyatronun Dili” adlı yazı.
Murat Tuncay’ın tiyatroda dil sorunu üzerine daha doyurucu incelemesi ise
Müsahipzade Celal üzerine yaptığı çalışmada yer alıyor. Keşke o bölümün bütünü
alınsaydı bu kitaba. “Tiyatronun Ahlaksızlığı”, “Sahne Sanatlarında Alkış ve
İşlevi”, “Sanatta Kalıplaşma Eğilimi ve Tiyatrodaki Boyutları” adlı yazılar da
mutlaka okunmalı.
Sahneye bakmak farkına varmaktır.
Seyirci için değil sadece, biz tiyatronun içinde kendini var etmeye çalışan
insanlar için de böyledir bu. Sahne, seyirci için bir seyir yeri, estetik haz
alma merkezi, düşünme, duygulanma, paylaşma, değişme sürecini oluşturan
alandır. Ama tiyatronun içinde, tiyatroyla birlikte var olabilen insanlar için
dünyanın en kutsal yeridir kuşkusuz. İtalyan sahneden, ortada sahneye kadar,
seyirlik oyunların, sokak oyunlarının oyun alanına kadar sahne olabilen bütün
alanlar aynı kutsallığı taşırlar. Bu kutsal mabedimize tekrar tekrar bakmak,
her seferinde o kutsal dünyanın bambaşka olanaklarla bizi sahnenin içine
çektiğini görmek, yaşam gerçeğiyle sahne gerçeğini bütünleyen yapının farkına
varmak, sahneye özgü kavramları derinlemesine düşünmek zorundayız.
Sahneye
Bakmak II Murat Tuncay’ın Türk tiyatrosu üzerine yazılarından oluşuyor.
“Modern Türk Tiyatrosunun İlk Sıkıntılarına Toplu Bakış” adlı ilk yazı Tanzimat
döneminde neredeyse yoktan var edilen modern tiyatronun nasıl zorluklarla baş
etmek zorunda kaldığını ele alıyor. Geleneksel tiyatromuzla bağının kopmasına
toplumsal temeli olan bir bakış açısıyla yaklaştığını görüyoruz. Geleneksel
gündelik yaşam kültürümüzün, Tanzimat ve batılılaşma anlayışıyla uğradığı
değişimin, yaşanan çelişkilerin, kopuşların tiyatroya etkilerine değiniliyor. O
sancılı dönemin tiyatromuzda yarattığı sıkıntılar, tiyatro ortamımız,
oyuncularımız, tiyatro repertuarımız ve yeni yeni oluşmaya başlayan seyircimiz
açısından yeniden değerlendiriliyor. Böylesi bir toplu bakış, o dönemin
tiyatrosunu toplum hayatında yaşanan değişimlerle birlikte ele aldığı için
bütünü daha iyi görebilmemize yardımcı oluyor.
“Kadının Sahne Özgürlüğü” kadınların
sahneye çıkmak için ne büyük zorluklarla boğuştuğunu sadece bizim tiyatromuzdan
değil dünya tiyatrosundan da örneklerle anlatıyor.
Tiyatromuz, başlangıcından bugüne
desek yeridir, bir biçem arayışının içindedir. Kendi insanlarını, kendine özgü
biçimlerle, farklı anlayışları sahnede eritebilecek düşünsel temellerle
seyircisine aktarabilecek arayışlar tiyatromuzun temel sorunlarından biri oldu.
Bunun ne kadarını başardığı elbette tartışmalıdır. Murat Tuncay tiyatro bilimsel
yaklaşımla köy seyirlik oyunlarımızdan, töre komedyalarımızın günümüze nasıl
taşınacağına, Müsahipzade Celal tiyatrosunun özelliklerinin yeniden
değerlendirilmesine kadar birçok konuda yeniden düşünmemiz için yazılarıyla
kapı aralıyor.
İkinci kitabın ilgi çekici yazılardan
biri de “Türk Tiyatrosunda Sahne Arkası Etiğinin Gelişmesi ve Muhsin Ertuğrul”
adlı yazı. Bu konuda çok fazla düşünüldüğüne rastlamadım. Gerçekten sahneye
bakmak biraz da bu olsa gerek. Sahnenin arka alanına da bakmalıyız.
Tiyatrocuların kutsal mekânı sahne, sadece seyirci tarafındaki yüzüyle var
olmuyor, arka tarafındaki kulisleri, antreleri de kutsal mekânın içine dâhildir.
Hatta sahne üstünü var edendir sahne arkası. Hepimiz biliriz ki sahne disiplini
başka bir şeydir. Hep sözünü ederiz ama nedir bu sahne disiplini dendi mi,
kalakalırız. Tiyatronun usta çırak ilişkisi içinde öğrenilecek en önemli
özelliği bu sahne etiği olsa gerek. Sahne üzerinde dünyanın en iyi oyuncusu
olabilirsiniz ama kulisiniz kötüyse, sahne disiplini edinmemişseniz tiyatroya
kötülük ediyorsunuz demektir. Tiyatromuzun ilk yıllarında yaşanan sıkıntılardan
biri de sahne etiğinin eksik olması. Sahne etiğini yerleştiren, sahne üzerine
gerekli saygınlığını kazandıran, tiyatromuza sahne disiplini veren büyük usta
elbette ki Muhsin Ertuğrul’dur. Onun yazdıklarından, yaşamından ve ustaların
anılarından hareketle sahne etiği üzerine önemli bir yazı.
Anadolu’ya tiyatro götürme
girişimlerinin yüzüncü yılına ilişkin bir yazıyla ve tiyatro enstitüsünün
kuruluşuna ait kırk bir yıllık iki belgenin aktarılmasıyla bitiyor kitap.
Murat
Tuncay kıvrak anlatımıyla, yılların hocalık deneyimiyle ve
birikimiyle zevkle okutuyor yazılarını.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder