25 Eylül 2014 Perşembe

Karla Karışık Öykü Yağışı - Kış Öyküleri


Karla Karışık Öykü Yağışı

             Uzun kış gecelerinde sıcak bir odada koltuğuma oturup kitap okumanın dinlendiriciliğini hiçbir şeye değişmem kendimi bildim bileli. Yanında sıcak bir çay. Kışın sert bir mevsim olması, yoklukların, yoksunlukların kışın soğuk günlerinde daha bir görünür olması çokça yansımıştır edebiyata. Karla kaplanmış doğanın karşısında sözcüklerin büyüsünü öne sürer edebiyat. Sadece yazılı değil, sözlü gelenekte de masal deyince önce kış geceleri gelmez mi aklımıza? Elbette, bir karşılaştırma yapmadım, sayısal veriler de yok elimde, ama edebiyatta kış daha baskın gibi gelir bana. Büyük romanları, klasikleri gözden geçirin, karla kaplı olanlar ya da kış aylarının yağmurlu puslu havasını taşıyanlar daha bir öne çıkar gibidir. Ya da etkisi daha derindir mi demeli? Kışın sertliği, insanları zorlayan koşulları daha mı yakındır trajik olana? Yokluğun, yoksulluğun konu edildiği yapıtlar kış şartlarıyla sınarlar kahramanlarını. İnsanın doğa karşısındaki savaşımı çoğunlukla kış imgesiyle karşılanmış, sayısız yapıtta yerini almıştır.
            Öykücülüğümüzde de kışın yeri ayrı. Sabahattin Ali’den Orhan Kemal’e, Sait Faik’ten Selçuk Baran’a kadar etkileyici kış öyküleri gelip geçer önünüzden. Neslihan Önderoğlu Karla Karışık adını verdiği “Kış Öyküleri Seçkisi”nde günümüz öykücülerinin kış öykülerini derlemiş. Kitaptaki öykülerin çoğunluğu bu seçki için yazılmış öyküler. Sezer Ateş Ayvaz, Nalan Barbarosoğlu, Kenan Biberci, Ahmet Büke, Onur Çalı, Berna Durmaz, Ferat Emen, Dilek Emir, Sine Ergün, Hande Gündüz, Kerem Işık, Hakkı İnanç, İrem Karabaş, Neslihan Önderoğlu, Mehmet Fırat Pürselim, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Fuat Sevimay, Feryal Tilmaç, Bahri Vardarlılar seçki için yazan öykücüler. On iki yazarın kış öyküsü ise kitaplarından seçilmiş: Berat Alanyalı, Pelin Buzluk, Behçet Çelik, Faruk Duman, Yavuz Ekinci, Şenay Eroğlu Aksoy, Müge İplikçi, Cemil Kavukçu, Murat Özyaşar, Yalçın Tosun, Fadime Uslu, Murat Yalçın. Öyküler, öykücülerin soyadına göre alfabetik sıralamaya göre dizilmiş.
            Doksanlı yıllardan gelen usta öykücülerle bugünün genç öykücülerini buluşturuyor seçki. Kışın öykücülerde yarattığı duygu, kış imgesinin öykülerine yansımaları böyle bir seçkinin içinde bir araya gelince keyifle okunan bir kitap ortaya çıkıyor. Öykülerin, böylesi seçkilerde bazen görülen olmamışlık duygusundan uzak olduğunu, hepsinin belli bir çıtanın üzerinde olduğunu söylemek isterim öncelikle. Seçki için yazılan bütün öyküler, kitaplardan seçilen öykülerle bir araya geldiğinde seçkinin düzeyini yükseltiyorlar. Başka öyküler de seçilebilirdi elbette, ama eninde sonunda öznel bir çalışmadır seçki yapmak. Karla Karışık’ta da Neslihan Önderoğlu’nun özenli bir çalışma ortaya çıkardığını, seçkinin, öykülerin kalıcılığını gözettiğini, düzeyini koruduğunu düşünüyorum.
             Berat Alanyalı’nın Ömrün Yazı kitabından alınan “Lekenler, Patenler” isimli güzel öyküsüyle açılıyor seçki. Ömrün Yazı diliyle, öyküleriyle etkileyici bir kitaptı. “Lekenler, Patenler” öyküsünün kahramanı, kışın yolları kapanan bir mezrada öğretmenlik yapan, idealleri olan babasını kız kardeşinin ölümünden sorumlu tutar, hiç bağışlamaz. Öykünün sert yüzü kışın sert yüzüyle örtüşür.
            Sezer Ateş Ayvaz’ın öyküsü “Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak”, annesi ve babası evde olmayan üç kardeşin, kar altında pencereye konan güvercini yakalayıp eve almalarının öyküsüdür. Ardından gelen Nalan Barbarosoğlu’nun “Bembeyaz Bir Sessizlik” adlı öyküsüyse hayli tedirgin edici bir öykü. Şehrin üstünü örten gerginlik, kışın tipili ayazıyla bütünleşip okuyucusuna yansıyor.
            Ahmet Büke’nin “Kışt Kış!” adlı öyküsü kışla yoksulluğu, yoksunluğu buluşturuyor. Çocuk yaşta çalışmak zorunda olan öykü kahramanının burnundan su alan ayakkabısı… “Bu kış çok soğuk olmasın” diye dua etmesi… Pamuk helva tadında, kırmızı tadında geçip giden zaman… Behçet Çelik’in “Kar Karanlığı” öyküsü Düğün Birahanesi adlı kitabından alınmış. Kar altında, soğukta adres soran öykü kahramanı, çalıştığı ajansa borcu olan bir müşteriyi aramaktadır, borcunu alabilirse eksik kalan maaşını da alabilecektir. Behçet Çelik’in kendine özgü o dingin anlatımıyla, sözcüklerin insanın içine işleyen dokunuşlarıyla, şehrin arka taraflarında, bir başka köşesinde, karın güzelliğini bile çirkinleştiren bir caddede dolaşıyoruz.
            Faruk Duman’ın “Eriyen Gelin” öyküsü Baykuş Virane Sever adlı kitabından alınmış. Eve bir gelinle dönecek olan ağabeyin beklenişi, hasta anne ve babasıyla birlikte karda kışta odun toplayan öykü kahramanı. Faruk Duman’ın benzersiz anlatımının, öykünün alanını dille büyütmesinin yetkin örneklerinden biri aynı zamanda bu öykü. Berna Durmaz’ın “Yumuk” adlı öyküsü dilindeki masalsı havayla, kara kışta sobanın üstüne kestaneleri dizerken okunacak türden. Hele son cümlesi okuyucuyu olduğu yere mıhlayıveriyor. Dilek Emir kitabındaki öykülerde olduğu gibi vurucu, hemen içine çeken bir cümleyle açıyor “Seçme Dansı” adlı öyküsünü. İleriye, geriye sarışlarıyla kurguyu da önceleyen bir kardan adam öyküsü. Hande Gündüz’ün yaşamın içinden ayrıntılarla örülü, atmosferini hemen kuruveren öykülerinden bir yenisi “Kış Kapısı”.
            Ne yalan söylemeli, seçkinin en sevdiğim öyküsü Kerem Işık’ın “Meşe Ağacı” adlı öyküsü oldu. Toplum Böceği adlı kitabındaki öykülerinde de (özellikle “Bir Ergenlik Dönemi Tragedyası”) keyifle okunan alaysamalı öykü dilini seçkideki öyküsünde de bütün inceliğiyle sürdürüyor. Bu dil okuyucuya ‘uzak açı’ da sağlıyor, ‘epik’ bir yanı var bana kalırsa.
            Hakkı İnanç, çarpıcı sonuyla okuyucusunu sarsan “Ayıyı Öldürmek” adlı öyküsüyle yer alıyor seçkide. İrem Karabaş “Karakışta Ev Yapımı Erik Reçeli” adlı öyküsünde ölümü tenhada karşılamak isteyen yaşlı köpeğinin bu isteğini anlayamayan öykü kahramanının yatalak annesine bakıcı bulamamasını ve sürpriz bir sona doğru sürüklenmesini anlatıyor. İrem Karabaş’ın anlatımı içten, özenli. Okuyucusunu irkilteceği bölümlerde de yalınlığını koruyor olması, öykünün etkisini arttırıyor.
            Mehmet Fırat Pürselim’in “Dört Mevsim” adlı öyküsünde bölgelerin iklim özellikleriyle, mevsimler arasında, geriye dönüşlerle eski bir aşkın izini sürüyor öykü kahramanımız. Hastanede yeni doğmuş kızını kucağına aldığında çalıveriyor telefonu. Mehmet Zaman Saçlıoğlu, edebiyatımızın büyük ustalarının dizelerini, öykülerini, sözcüklerini yanına alıp dolaşmaya çıkıyor. Tren yollarını, tren garlarını arıyor… Betonlaşan, giderek görmemişliğin boyunduruğu altında ezilen kentin soluğunu arıyor. Kışın güzelliği kalmıyor artık kentlerde, kış bir karabasan olup çöküyor, kentin bozulmuşluğu bütün mevsimleri örtüyor.
            Fuat Sevimay, Meserret Hanım’ın yalnızlığına götürüyor okuyucusunu “Yalnız” adlı öyküsüyle. Torunuyla konuşur Meserret Hanım, orada olmayan torunuyla, yorulur sonra, biraz dinlendirmek için kapayıverir gözlerini. Feryal Tilmaç “Lubya’nın Maskeleri”nde okulun büyük kapısının yanındaki tezgâhında kitap kiralayan, yanında duran büyük karton kutusunda maskeler satan Lubya’yı anlatır öykü kahramanının gözüyle. Şişman bir kızdır öykünün kahramanı, çevresindeki herkes ondan zayıftır, bir tek Lubya’nın yanında kendini zayıf hisseder.
            Karla Karışık genç kuşağın, bir önceki kuşağın ustalarıyla buluşarak kış imgesini öyküye dönüştürmeleriyle okuyucusuna keyifli bir öykü şenliği sunuyor. Kalıcı olacak, saklanacak, aranacak bir seçkiye dönüşüyor.

Seçkiyi hazırlayan Neslihan Önderoğlu’nun önsözdeki son cümlesi hep aklımda kalacak: “Karla karışık bir öykü yağışında keyifli okumalar…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder