Ankara
Öykü Günleri – 5 Mayıs 2013 “Değeri
Yeterince Bilinmeyen Öykücülerimiz”
Yöneten:
Aysu Erden Ahmet Yıldız – Kemal
Gündüzalp – Kadir Yüksel
DEĞERİ BİLİNMEYENLER, UNUTULUP
GİDENLER
Öykü
günlerinde olduğumuz için başlığa “Öykücülerimiz” eklemesini yapıyoruz elbette.
Ama burada şu sonuç çıksa ne güzel olurdu. Bizim toplumumuz her şeyin değerini
yeterince bilir, vefalıdır, belleği güçlüdür… Nedense, nasıl olduysa, sadece
öykücülerimizin değerini bir türlü bilememiştir. Ülkemizin neresine bakarsanız
bakın değerini bilemediğimiz pek çok değerle karşılaşacaksınız, ne yazık ki. Bilim
adamlarımızın değerini bilebilseydik, bilimsel düşünceye inanabilseydik, bugün
böyle bir konumda mı olurduk? Konumuz öykü ya, fazla uzaklaşmayalım.
Panel için davet
aldığımda aklıma yıllar öncesinde yayımlanmış iki öykü dergisi geldi. İlki 1995
yılının son aylarında yayımlanan Adam Öykü dergisinin ilk sayısı, ikincisi 2005
yılının ortalarında yayımlanan İmge Öyküler dergisinin 3. Sayısı. Bu iki
dergide de bir soruşturmaya yer verilmişti. Adam Öykü’deki soruşturma “Başlangıcından bugüne, öykücülüğümüzde
unutulmuş ya da yeterince üstünde durulmamış değerler var mıdır? Nedenleri
nelerdir?” adını taşıyordu. İmge Öyküler’deki soruşturma ise “1980’den günümüze unutulmuş, öyküleri
gözden kaçmış, öykülerinin değeri yeterince bilinmemiş farklı kuşaklardan
öykücüler kimlerdir, neden?” adıyla yer alıyordu. On yıl arayla yapılan bu
iki soruşturmanın yanıtlarına bir göz atalım birlikte, bakalım ikinci
soruşturmanın da üzerinden on yıla yakın bir zaman geçmişken, değişen bir
şeyler var mı?
Adam
Öykü’nün
soruşturması öykü dergiciliğimizin büyük ustası Salim Şengil’in yanıtıyla
açılıyor. Seçilmiş Hikayeler dergisinde öykülerini yayımladığı Zeynel İlhan
adlı bir öykücünün, ardı ardına öyküleri yayımlandıktan sonra yazıya küsmesini
anlatır öykücülüğümüzün Salim Amca’sı, hem de öyküsel bir dille.
Devam edelim, bir hayli
ilginç yanıtlarla, çok düşündürücü tespitlerle karşılaşacağız:
Necati Cumalı – Zamanın
yargıçlığına inandığını söyler. Zaman kalburunun kimi öykücüleri elediğini
söyler. Edebiyatın doğal yasasıdır bu. Kuşaktan kuşağa değişen okuyucunun
geçmişin örneklerini de onaylaması gerektiğini söyler. Öykücü adı vermekten
kaçınır.
Zeyyat Selimoğlu –
Öteden beri değerleri bolca harcayan bir toplum olduğumuzu söyler. Geçim
derdiyle öyküden uzaklaşanlardan, eleştirmenler tarafından görülmek istenmeyen
öykücülerden, öldükten sonra anılmaya başlanmasından söz eder.
Mehmet H. Doğan – Aslında
bütün bir edebiyatımızın, şiiriyle, romanıyla, öyküsüyle yeterince
anlaşılamadığını söyler. Sait Faik’in bile yeterince değerinin bilinmediğinden
söz eder. Toplumun yalınkat ürünleri önde tuttuğunu, yenilikçi olanların gözden
uzak kaldığını, ortak beğeninin edebiyatın değerlerine zarar verdiğini söyler.
Tarık Dursun K. –
Geçmişin değerli öykücülerinden söz eder ve yazıyı şu soruyla bitirir: “Bugün
yaşayan öykücülerimiz üzerinde değer olarak duruluyor mu? İnceleniyor mu? Öykü
kitaplarına gereğince, hem yayıncılardan, hem okurdan, kahrolası medyadan da,
ilgi gösteriliyor mu?” 1995’te sorulan bu soruyu, hiçbir yerini değiştirmeden
bugün de sorabiliriz sanıyorum. Yanıt mı? Bu aralar yanıtın öykü dergilerinden,
öykü günlerinden yükseldiğini düşünüyorum. Hiç olmadığı kadar yazı yayımlanır
oldu öykü dergilerinde öykü üstüne, öykücülüğümüz tartışılıyor öykü günlerinde.
Bunlar inanıyorum ki kendi kuşağını da yaratacak gelişmelerdir.
Tahsin Yücel – Necati
Cumalı gibi zamanın yargıçlığından söz eder. Yaşayan yazarlara gerektiği kadar
değer verilmemesi, incelenmemesi, ölümden sonra unutuluşu da beraberinde
getiriyor.
Konur Ertop –
Edebiyatımızın yeni bir edebiyat sayılabileceğini, edebiyat tarihçiliğimizin
pek de gelişmemiş olduğundan söz ediyor. Verdiği az sayıda addan biri de Metin
Eloğlu’dur. Konur Ertop’un dileği on beş yıl sonra gerçekleşecek, Metin
Eloğlu’nun dergilerde kalan öyküleri kitaplaşabilecektir.
Doğan Hızlan –
Edebiyatın bir bütün olarak algılanması gerektiğini söyler. Her yazarı, uzun
bir zincirin halkası olarak görür. Eğer unutulmayacak, unutturulamayacak
değerde bir yazarsa, nasıl olsa bir gün eserleri gün ışığına çıkacaktır. Sadece
dönem başlarının okunmasına da karşı çıkar. O bütüncül bakış gereği hepsinin
okunabilmesinden yanadır. Burada eleştirmenlere ve öykücülere büyük iş
düşecektir. Çünkü sıradan okuyucu elbette seçecektir. Ama öykü için yorulacak
olan yazdığı türün gelişimini bilmek zorundadır. Eleştirmenin işlevinin daha
çok önem kazandığını belirtir. Önemli bir saptaması da şudur bana göre; biçime,
üsluba önem vermeyen öykücüler, sadece anlattıklarıyla var olanlar,
anlattıkları yaşam koşulları, anlattıkları kişiler eskiyince unutulmaya
sürüklenirler. Edebiyatın mutlaka nasıl anlatmalı sorusunu sormasını,
sorgulamasını zamana karşı direnebilmesinin ölçütü olarak koyar. Bence unutulan
öykücülerimizin bir kısmı için bu tespit geçerlidir.
Güven Turan –
Öykücülüğümüzde kim varsa hepsini değeri yeterince bilinmemişler arasına alır.
Özellikle uzun yıllar boyunca öykünün romana geçmek için bir sıçrama taşı
olduğunu söyler. Bunun yazarları etkilediğinin altını çizer.
Selim ileri – Unutulmaya
yüz tutmuş yazarları her zaman yazılarına, öykülerine, romanlarına taşımıştır,
bilirsiniz. Soruyu tersinden sorar: “Unutulmamış öykücülerimiz kimler?” Sait
Faik’in, Sabahattin Ali’nin raflarda bulunabiliyor olmalarına karşın, okunuyor
oldukları konusunda şüpheleri vardır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki yeterli
olmayan çaba dışında, ülkeyi yönetenlerin gözünde edebiyatın bir hiç olarak
görüldüğünü, düşman olarak bakıldığını söyler. Böyle olunca edebiyatı
sevdirmek, unutturmamak olanaksızdır. Yazarlarımızın ne acılar çektiklerini
düşününce, bunun da çok önemli bir tespit olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu soruşturmada adları
anılan öykücülere bakalım. Sait Faik, Sabahattin Ali, Memduh Şevket gibi adları
atlayarak okuyalım.
Samet Ağaoğlu, Tektaş
Ağaoğlu, Ahmet Naim, Müfide Anadol, F. Ülkü Aren, Kemal Bilbaşar, Ayhan
Bozfırat, Fahri Celalettin, Meral Çelen, Sadri Ertem, Orhan Hançerlioğlu, Şahap
Sıtkı, Osman Cemal Kaygılı, Kenan Hulusi, Bekir Sıtkı Kunt, Umran Nazif, Selahattin
Enis, Mehmet Seyda, Kamuran Şipal, İlhan Tarus, İsmet Tokgöz, Saadet Timur…
Bu adlardan bazıları
son beş yıl içinde biraz olsun hatırlandılar, kitapları, toplu öyküleri
basıldı. Ahmet Naim, Samet Ağaoğlu, Osman Cemal Kaygılı, Kenan Hulusi, Kamuran
Şipal, Ayhan Bozfırat şanslı olan adlar.
Adam Öykü’nün
soruşturmasından on yıl sonra İmge Öyküler’de benzeri bir soruşturma yapar. İmge
Öyküler’in soruşturmasında her ne kadar 1980’den günümüze denmişse de yanıt
verenler eski kuşakları da yanıtlarının içine almışlar. O nedenle gene
öykücülüğümüzün bütünündeki değeri bilinmemiş öykücüleri kapsadığını görüyoruz
soruşturmanın.
İnci Aral – Zamanın
yargıçlığına inanan yazarlar arasında. Kimin unutulmayacağına, kalıcı olacağına
zaman, edebiyat tarihi karar verecektir, diyor.
Ferit Edgü – Çok önemli
bir tespiti, defalarca dillendirilen, ama ne kadar söylense az olan bir
düşünceyi dile getiriyor: Biz belleği olamayan bir toplumuz. Bellek olmayınca
birikim de olmayacaktır. Çok önemli bir noktaya daha dikkat çekiyor Ferit Edgü,
Okurlarımızın, en ilginci yazarlarımızın da çoğunluğu herkesi, kendisinden önce
yazanları unutup kendisinden başlamak istiyor. Oysa eskiler sadece öyküyü
öğrenmek için değil nasıl yazılmaması gerektiğini öğrenmek için de
okunmalıdırlar.
Nursel Duruel – Çok
önemli bir tespiti getiriyor önümüze: “Okurun beğenisini olgunlaştıran eleştiri
kurumunun reklamın gölgesinde bırakıldığı, kenara itildiği, edebiyatın
kendisinin değil, edebiyat dışı mekanizmaların belirleyici olduğu günümüz
ortamında unutulmayanları, değeri bilinmiş olanları saymak daha kolay.” Ne
demeli, on yıl sonrası için bile noktası, virgülüne kadar doğruluğunu koruyor.
Semih Gümüş – Edebiyat
tarihi içinde değeri bilinmeden kalan, neden sonra unutulan öykücü olacağını
düşünemiyorum, diyor. Değerli olan er geç hak ettiği yeri bulacaktır. Ama geç
kalınabileceğini, söylüyor. Değerlerimizi doğru zamanda anlamanın önemini
vurguluyor.
Behçet Çelik – ilginç
bir bakışı dillendirir. Unutulmaktan, gözden kaçmaktan söz ettiğimizde,
edebiyat dünyasında bir ana akımın varlığını da kabul ediyoruz demektir. Bu ana
akımın unuttuklarından, gözünden kaçanlardan söz ediyoruz aslında. Geçmişte
olduğu gibi, bugün de ana akımın dışında kalanlar, dışında kalmayı yeğleyenler
belirli bir çevrede okunsalar da, ana akım tarafından görülmedikleri için
gözden kaçmaktalar. Unutulmak dediğimiz şey, aslında ana akımın görüş alanının
dışında olmaktır.
Daha fazla uzatmaya
gerek yok sanıyorum. Görüldüğü gibi değeri yeterince bilinmeyen öykücülerimiz
konusunda görüşler onar yıl arayla pek de değişmeden sürüp gidiyor. Bu
soruşturmada da pek çok öykücünün adı anılıyor.
Ortak görüş olarak
belirleyebileceğimiz bir şey var, neredeyse yanıt verenlerin tamamı
öykücülüğümüzün yeterince değerlendirilemediği konusunda birleşiyor. Bugün
adlarını öykücülüğümüzün en üstüne yazdığımız imzaların bile yeterince
değerlendirilemediği söyleniyor. Sait Faik’ten Bilge Karasu’ya, Tahsin
Yücel’den, Tomris Uyar’ a kadar. Gene de kitapları sürekli yayımlanan
öykücülerimizi dışarıda tutarsak gene de değeri bilinmemiş, unutulup gitmiş
öykücülerimizin sayısının hayli fazla olduğu görülecektir. Pek çok isim anıldı
burada ya da anılacak. Ben de yenilerini eklemeden önce ilginç bir döküme
başvurmak istiyorum. Ödüllerin dökümü bu, bakın nelerle karşılaşıyoruz:
Önce Sait Faik Öykü
Ödülü’ne bakalım:
1955’te ilk ödülü
alanlar Sabahattin Kudret Aksal ve Haldun Taner. İkisinin de öyküleri basılıyor
çok şükür. Haldun Taner, oyun yazarlığının öne çıkması öykülerini de koruyor
ama okunduğunu söylemek zor bana kalırsa.
1964’te ödül Mehmet
Seyda’ya verilmiş. İşte size tam bir değerbilmezlik örneği. Ona yakın öykü
kitabı olan Mehmet Seyda bence iyi bir öykücüdür. Öyküleri toplu basımı hak
etmiyor mu?
1965 yılının ödülünü Mahmut
Özay ve Kamuran Şipal almış. İki öykücümüzün de eğer yakın zamanda toplu
öyküleri basılmamış olsaydı aynı değerbilmezliği söylememiz gerekecekti. Gene
de bu toplu basımların sessizlikle karşılanması can acıtıyor. Oysa ne kadar da
özgün bir öykücüdür Kamuran Şipal.
1966’nın ödülü Cengiz
Yörük’ün olur. Duydunuz mu hiç Cengiz Yörük adını? İşte gene ne diyeceğini
bilemiyor insan. Üç öykü kitabının ardından öyküye küsmüş, yazıyı terk etmiş
bir öykücü. Nedendir bilinmez, o kadar soruşturmama rağmen izini süremedim
Cengiz Yörük’ün.
1968 yılının ödülü
Muzaffer Buyrukçu’nundur. Ne kadar oldu ki öleli Muzaffer Buyrukçu. Daha
şimdiden unutulmaya yüz tuttu.
1970 yılının ödülü
Zeyyat Selimoğlu’nundur.
1978’de Selçuk Baran’ın
adını okuyoruz. Çok şükür ki yakın bir zaman önce toplu öykülerini okuyabildik.
Türk Dil Kurumu
Ödülleri’ne gelelim:
Yıl 1971’dir ve ödülü
alan imza Şahap Sıtkı. Seçilmiş Hikayeler dergisinde adına özel sayı yapılan
bir öykücü. Hatırlayanınız var mı?
1980’de ödül alan ise
Muzaffer Hacıhasanoğlu… Bu da tam bir değerbilmezlik örneğidir. Muzaffer
Hacıhasanoğlu çoktandır toplu öyküler kitabını hak edenlerdendir.
Diğer ödüllerde daha
kimler var kimler: Duran Yılmaz, Celal Özcan, Samim Kocagöz, Muhtar Körükçü, O.
Zeki Özturanlı, Behiç Duygulu, Mustafa Niyazi…
Ya köy enstitülüler
kuşağına ne demeli: Fakir Baykurt’un, Talip Apaydın’ın, Dursun Akçam’ın, Mehmet
Başaran’ın öyküleri…
Evet, gerçekten de
değeri bilinmişleri saymak daha kolay olacak.
Köpeğin Biri’ndeki
öyküleriyle Necdet Ökmen…
Nahit Eruz, Metin
İlkin, Tuna Baltacıoğlu…
Daha yenilere gelmek
istemem, sabrınızın da bir sınırı olmalı. Ama bir öykücü var ki adını anmadan
geçmek istemem: 1986 Akademi Kitabevi ödülü almış, ardından yayımlandığı yıl
Sait Faik öykü ödülüne değer görülmüş, övgüyle, ilgiyle karşılanmış bir öykü
kitabı: “Bir Gece Yolculuğu” Yirmi beş yıldır nerededir Gülderen Bilgili? Bir
derin küskünlük daha.
Konuşmamı bitirmeden
önce şunu da eklemek istiyorum. Hep değeri bilinmeyen, unutulan öykücülerden
söz ettik. Peki, ama öykü üzerine çok emek vermiş başkaları yok mu unutulan,
değeri bilinmeyen? Olmaz olur mu? İşte Tahir Alangu. O üç ciltlik Cumhuriyetten
Sonra Hikaye ve Roman incelemesi tam bir kaynak kitaptır. Ya Asım Bezirci,
Sivas Yangını deyince hatırlıyoruz elbet, ama öykü üzerine çalışmaları nasıl
unutulur.
Uzayıp gidiyor liste,
bir yerde durdurmalı. Konuşmamın başında, sadece öykücülüğümüzde değil toplumumuzun
neresinden tutarsak tutalım değer bilmezliğin var olduğunu görebiliriz
demiştim. Konuşmamı öykücülüğümüzden değil de müziğin içinden bir hatırlatmayla
bitirmek isterim. Bir Esin Engin vardı, hatırlar mısınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder