29 Haziran 2014 Pazar

Değeri Bilinmeyenler, Unutulmuş Öykücüler...

Ankara Öykü Günleri – 5 Mayıs 2013       “Değeri Yeterince Bilinmeyen Öykücülerimiz”
Yöneten: Aysu Erden         Ahmet Yıldız – Kemal Gündüzalp – Kadir Yüksel

DEĞERİ BİLİNMEYENLER, UNUTULUP GİDENLER

            Öykü günlerinde olduğumuz için başlığa “Öykücülerimiz” eklemesini yapıyoruz elbette. Ama burada şu sonuç çıksa ne güzel olurdu. Bizim toplumumuz her şeyin değerini yeterince bilir, vefalıdır, belleği güçlüdür… Nedense, nasıl olduysa, sadece öykücülerimizin değerini bir türlü bilememiştir. Ülkemizin neresine bakarsanız bakın değerini bilemediğimiz pek çok değerle karşılaşacaksınız, ne yazık ki. Bilim adamlarımızın değerini bilebilseydik, bilimsel düşünceye inanabilseydik, bugün böyle bir konumda mı olurduk? Konumuz öykü ya, fazla uzaklaşmayalım.
Panel için davet aldığımda aklıma yıllar öncesinde yayımlanmış iki öykü dergisi geldi. İlki 1995 yılının son aylarında yayımlanan Adam Öykü dergisinin ilk sayısı, ikincisi 2005 yılının ortalarında yayımlanan İmge Öyküler dergisinin 3. Sayısı. Bu iki dergide de bir soruşturmaya yer verilmişti. Adam Öykü’deki soruşturma “Başlangıcından bugüne, öykücülüğümüzde unutulmuş ya da yeterince üstünde durulmamış değerler var mıdır? Nedenleri nelerdir?” adını taşıyordu. İmge Öyküler’deki soruşturma ise “1980’den günümüze unutulmuş, öyküleri gözden kaçmış, öykülerinin değeri yeterince bilinmemiş farklı kuşaklardan öykücüler kimlerdir, neden?” adıyla yer alıyordu. On yıl arayla yapılan bu iki soruşturmanın yanıtlarına bir göz atalım birlikte, bakalım ikinci soruşturmanın da üzerinden on yıla yakın bir zaman geçmişken, değişen bir şeyler var mı?
Adam Öykü’nün soruşturması öykü dergiciliğimizin büyük ustası Salim Şengil’in yanıtıyla açılıyor. Seçilmiş Hikayeler dergisinde öykülerini yayımladığı Zeynel İlhan adlı bir öykücünün, ardı ardına öyküleri yayımlandıktan sonra yazıya küsmesini anlatır öykücülüğümüzün Salim Amca’sı, hem de öyküsel bir dille.
Devam edelim, bir hayli ilginç yanıtlarla, çok düşündürücü tespitlerle karşılaşacağız:
Necati Cumalı – Zamanın yargıçlığına inandığını söyler. Zaman kalburunun kimi öykücüleri elediğini söyler. Edebiyatın doğal yasasıdır bu. Kuşaktan kuşağa değişen okuyucunun geçmişin örneklerini de onaylaması gerektiğini söyler. Öykücü adı vermekten kaçınır.
Zeyyat Selimoğlu – Öteden beri değerleri bolca harcayan bir toplum olduğumuzu söyler. Geçim derdiyle öyküden uzaklaşanlardan, eleştirmenler tarafından görülmek istenmeyen öykücülerden, öldükten sonra anılmaya başlanmasından söz eder.
Mehmet H. Doğan – Aslında bütün bir edebiyatımızın, şiiriyle, romanıyla, öyküsüyle yeterince anlaşılamadığını söyler. Sait Faik’in bile yeterince değerinin bilinmediğinden söz eder. Toplumun yalınkat ürünleri önde tuttuğunu, yenilikçi olanların gözden uzak kaldığını, ortak beğeninin edebiyatın değerlerine zarar verdiğini söyler.
Tarık Dursun K. – Geçmişin değerli öykücülerinden söz eder ve yazıyı şu soruyla bitirir: “Bugün yaşayan öykücülerimiz üzerinde değer olarak duruluyor mu? İnceleniyor mu? Öykü kitaplarına gereğince, hem yayıncılardan, hem okurdan, kahrolası medyadan da, ilgi gösteriliyor mu?” 1995’te sorulan bu soruyu, hiçbir yerini değiştirmeden bugün de sorabiliriz sanıyorum. Yanıt mı? Bu aralar yanıtın öykü dergilerinden, öykü günlerinden yükseldiğini düşünüyorum. Hiç olmadığı kadar yazı yayımlanır oldu öykü dergilerinde öykü üstüne, öykücülüğümüz tartışılıyor öykü günlerinde. Bunlar inanıyorum ki kendi kuşağını da yaratacak gelişmelerdir.
Tahsin Yücel – Necati Cumalı gibi zamanın yargıçlığından söz eder. Yaşayan yazarlara gerektiği kadar değer verilmemesi, incelenmemesi, ölümden sonra unutuluşu da beraberinde getiriyor.
Konur Ertop – Edebiyatımızın yeni bir edebiyat sayılabileceğini, edebiyat tarihçiliğimizin pek de gelişmemiş olduğundan söz ediyor. Verdiği az sayıda addan biri de Metin Eloğlu’dur. Konur Ertop’un dileği on beş yıl sonra gerçekleşecek, Metin Eloğlu’nun dergilerde kalan öyküleri kitaplaşabilecektir.
Doğan Hızlan – Edebiyatın bir bütün olarak algılanması gerektiğini söyler. Her yazarı, uzun bir zincirin halkası olarak görür. Eğer unutulmayacak, unutturulamayacak değerde bir yazarsa, nasıl olsa bir gün eserleri gün ışığına çıkacaktır. Sadece dönem başlarının okunmasına da karşı çıkar. O bütüncül bakış gereği hepsinin okunabilmesinden yanadır. Burada eleştirmenlere ve öykücülere büyük iş düşecektir. Çünkü sıradan okuyucu elbette seçecektir. Ama öykü için yorulacak olan yazdığı türün gelişimini bilmek zorundadır. Eleştirmenin işlevinin daha çok önem kazandığını belirtir. Önemli bir saptaması da şudur bana göre; biçime, üsluba önem vermeyen öykücüler, sadece anlattıklarıyla var olanlar, anlattıkları yaşam koşulları, anlattıkları kişiler eskiyince unutulmaya sürüklenirler. Edebiyatın mutlaka nasıl anlatmalı sorusunu sormasını, sorgulamasını zamana karşı direnebilmesinin ölçütü olarak koyar. Bence unutulan öykücülerimizin bir kısmı için bu tespit geçerlidir.
Güven Turan – Öykücülüğümüzde kim varsa hepsini değeri yeterince bilinmemişler arasına alır. Özellikle uzun yıllar boyunca öykünün romana geçmek için bir sıçrama taşı olduğunu söyler. Bunun yazarları etkilediğinin altını çizer.
Selim ileri – Unutulmaya yüz tutmuş yazarları her zaman yazılarına, öykülerine, romanlarına taşımıştır, bilirsiniz. Soruyu tersinden sorar: “Unutulmamış öykücülerimiz kimler?” Sait Faik’in, Sabahattin Ali’nin raflarda bulunabiliyor olmalarına karşın, okunuyor oldukları konusunda şüpheleri vardır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki yeterli olmayan çaba dışında, ülkeyi yönetenlerin gözünde edebiyatın bir hiç olarak görüldüğünü, düşman olarak bakıldığını söyler. Böyle olunca edebiyatı sevdirmek, unutturmamak olanaksızdır. Yazarlarımızın ne acılar çektiklerini düşününce, bunun da çok önemli bir tespit olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu soruşturmada adları anılan öykücülere bakalım. Sait Faik, Sabahattin Ali, Memduh Şevket gibi adları atlayarak okuyalım.
Samet Ağaoğlu, Tektaş Ağaoğlu, Ahmet Naim, Müfide Anadol, F. Ülkü Aren, Kemal Bilbaşar, Ayhan Bozfırat, Fahri Celalettin, Meral Çelen, Sadri Ertem, Orhan Hançerlioğlu, Şahap Sıtkı, Osman Cemal Kaygılı, Kenan Hulusi, Bekir Sıtkı Kunt, Umran Nazif, Selahattin Enis, Mehmet Seyda, Kamuran Şipal, İlhan Tarus, İsmet Tokgöz, Saadet Timur…
Bu adlardan bazıları son beş yıl içinde biraz olsun hatırlandılar, kitapları, toplu öyküleri basıldı. Ahmet Naim, Samet Ağaoğlu, Osman Cemal Kaygılı, Kenan Hulusi, Kamuran Şipal, Ayhan Bozfırat şanslı olan adlar.
Adam Öykü’nün soruşturmasından on yıl sonra İmge Öyküler’de benzeri bir soruşturma yapar. İmge Öyküler’in soruşturmasında her ne kadar 1980’den günümüze denmişse de yanıt verenler eski kuşakları da yanıtlarının içine almışlar. O nedenle gene öykücülüğümüzün bütünündeki değeri bilinmemiş öykücüleri kapsadığını görüyoruz soruşturmanın.
İnci Aral – Zamanın yargıçlığına inanan yazarlar arasında. Kimin unutulmayacağına, kalıcı olacağına zaman, edebiyat tarihi karar verecektir, diyor.
Ferit Edgü – Çok önemli bir tespiti, defalarca dillendirilen, ama ne kadar söylense az olan bir düşünceyi dile getiriyor: Biz belleği olamayan bir toplumuz. Bellek olmayınca birikim de olmayacaktır. Çok önemli bir noktaya daha dikkat çekiyor Ferit Edgü, Okurlarımızın, en ilginci yazarlarımızın da çoğunluğu herkesi, kendisinden önce yazanları unutup kendisinden başlamak istiyor. Oysa eskiler sadece öyküyü öğrenmek için değil nasıl yazılmaması gerektiğini öğrenmek için de okunmalıdırlar.
Nursel Duruel – Çok önemli bir tespiti getiriyor önümüze: “Okurun beğenisini olgunlaştıran eleştiri kurumunun reklamın gölgesinde bırakıldığı, kenara itildiği, edebiyatın kendisinin değil, edebiyat dışı mekanizmaların belirleyici olduğu günümüz ortamında unutulmayanları, değeri bilinmiş olanları saymak daha kolay.” Ne demeli, on yıl sonrası için bile noktası, virgülüne kadar doğruluğunu koruyor.
Semih Gümüş – Edebiyat tarihi içinde değeri bilinmeden kalan, neden sonra unutulan öykücü olacağını düşünemiyorum, diyor. Değerli olan er geç hak ettiği yeri bulacaktır. Ama geç kalınabileceğini, söylüyor. Değerlerimizi doğru zamanda anlamanın önemini vurguluyor.
Behçet Çelik – ilginç bir bakışı dillendirir. Unutulmaktan, gözden kaçmaktan söz ettiğimizde, edebiyat dünyasında bir ana akımın varlığını da kabul ediyoruz demektir. Bu ana akımın unuttuklarından, gözünden kaçanlardan söz ediyoruz aslında. Geçmişte olduğu gibi, bugün de ana akımın dışında kalanlar, dışında kalmayı yeğleyenler belirli bir çevrede okunsalar da, ana akım tarafından görülmedikleri için gözden kaçmaktalar. Unutulmak dediğimiz şey, aslında ana akımın görüş alanının dışında olmaktır.
Daha fazla uzatmaya gerek yok sanıyorum. Görüldüğü gibi değeri yeterince bilinmeyen öykücülerimiz konusunda görüşler onar yıl arayla pek de değişmeden sürüp gidiyor. Bu soruşturmada da pek çok öykücünün adı anılıyor.
Ortak görüş olarak belirleyebileceğimiz bir şey var, neredeyse yanıt verenlerin tamamı öykücülüğümüzün yeterince değerlendirilemediği konusunda birleşiyor. Bugün adlarını öykücülüğümüzün en üstüne yazdığımız imzaların bile yeterince değerlendirilemediği söyleniyor. Sait Faik’ten Bilge Karasu’ya, Tahsin Yücel’den, Tomris Uyar’ a kadar. Gene de kitapları sürekli yayımlanan öykücülerimizi dışarıda tutarsak gene de değeri bilinmemiş, unutulup gitmiş öykücülerimizin sayısının hayli fazla olduğu görülecektir. Pek çok isim anıldı burada ya da anılacak. Ben de yenilerini eklemeden önce ilginç bir döküme başvurmak istiyorum. Ödüllerin dökümü bu, bakın nelerle karşılaşıyoruz:
Önce Sait Faik Öykü Ödülü’ne bakalım:
1955’te ilk ödülü alanlar Sabahattin Kudret Aksal ve Haldun Taner. İkisinin de öyküleri basılıyor çok şükür. Haldun Taner, oyun yazarlığının öne çıkması öykülerini de koruyor ama okunduğunu söylemek zor bana kalırsa.
1964’te ödül Mehmet Seyda’ya verilmiş. İşte size tam bir değerbilmezlik örneği. Ona yakın öykü kitabı olan Mehmet Seyda bence iyi bir öykücüdür. Öyküleri toplu basımı hak etmiyor mu?
1965 yılının ödülünü Mahmut Özay ve Kamuran Şipal almış. İki öykücümüzün de eğer yakın zamanda toplu öyküleri basılmamış olsaydı aynı değerbilmezliği söylememiz gerekecekti. Gene de bu toplu basımların sessizlikle karşılanması can acıtıyor. Oysa ne kadar da özgün bir öykücüdür Kamuran Şipal.
1966’nın ödülü Cengiz Yörük’ün olur. Duydunuz mu hiç Cengiz Yörük adını? İşte gene ne diyeceğini bilemiyor insan. Üç öykü kitabının ardından öyküye küsmüş, yazıyı terk etmiş bir öykücü. Nedendir bilinmez, o kadar soruşturmama rağmen izini süremedim Cengiz Yörük’ün.
1968 yılının ödülü Muzaffer Buyrukçu’nundur. Ne kadar oldu ki öleli Muzaffer Buyrukçu. Daha şimdiden unutulmaya yüz tuttu.
1970 yılının ödülü Zeyyat Selimoğlu’nundur.
1978’de Selçuk Baran’ın adını okuyoruz. Çok şükür ki yakın bir zaman önce toplu öykülerini okuyabildik.
Türk Dil Kurumu Ödülleri’ne gelelim:
Yıl 1971’dir ve ödülü alan imza Şahap Sıtkı. Seçilmiş Hikayeler dergisinde adına özel sayı yapılan bir öykücü. Hatırlayanınız var mı?
1980’de ödül alan ise Muzaffer Hacıhasanoğlu… Bu da tam bir değerbilmezlik örneğidir. Muzaffer Hacıhasanoğlu çoktandır toplu öyküler kitabını hak edenlerdendir.
Diğer ödüllerde daha kimler var kimler: Duran Yılmaz, Celal Özcan, Samim Kocagöz, Muhtar Körükçü, O. Zeki Özturanlı, Behiç Duygulu, Mustafa Niyazi…
Ya köy enstitülüler kuşağına ne demeli: Fakir Baykurt’un, Talip Apaydın’ın, Dursun Akçam’ın, Mehmet Başaran’ın öyküleri…
Evet, gerçekten de değeri bilinmişleri saymak daha kolay olacak.
Köpeğin Biri’ndeki öyküleriyle Necdet Ökmen…
Nahit Eruz, Metin İlkin, Tuna Baltacıoğlu…
Daha yenilere gelmek istemem, sabrınızın da bir sınırı olmalı. Ama bir öykücü var ki adını anmadan geçmek istemem: 1986 Akademi Kitabevi ödülü almış, ardından yayımlandığı yıl Sait Faik öykü ödülüne değer görülmüş, övgüyle, ilgiyle karşılanmış bir öykü kitabı: “Bir Gece Yolculuğu” Yirmi beş yıldır nerededir Gülderen Bilgili? Bir derin küskünlük daha.
Konuşmamı bitirmeden önce şunu da eklemek istiyorum. Hep değeri bilinmeyen, unutulan öykücülerden söz ettik. Peki, ama öykü üzerine çok emek vermiş başkaları yok mu unutulan, değeri bilinmeyen? Olmaz olur mu? İşte Tahir Alangu. O üç ciltlik Cumhuriyetten Sonra Hikaye ve Roman incelemesi tam bir kaynak kitaptır. Ya Asım Bezirci, Sivas Yangını deyince hatırlıyoruz elbet, ama öykü üzerine çalışmaları nasıl unutulur.

Uzayıp gidiyor liste, bir yerde durdurmalı. Konuşmamın başında, sadece öykücülüğümüzde değil toplumumuzun neresinden tutarsak tutalım değer bilmezliğin var olduğunu görebiliriz demiştim. Konuşmamı öykücülüğümüzden değil de müziğin içinden bir hatırlatmayla bitirmek isterim. Bir Esin Engin vardı, hatırlar mısınız? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder