11 Temmuz 2014 Cuma

Öyküye Özen Göstermek - Evlerin Yüreği


Öyküye Özen Göstermek

Evlerin Yüreği

            Öykü üzerine yaptığım bir çalışma nedeniyle okuduğum pek çok öykü, öyküye özen göstermek konusunda tekrar tekrar düşündürdü beni. Dergilerde yayımlanan öyküleri dile getirmek istiyorum. Gerek kurgusunda, gerek dilinde, gerekse öykülemesinde özensiz metinlerdi bir kısmı. Özensiz derken söylemek istediğim, öykü üzerine yeterince düşünmemek, çalışmamak, yani öykünün işçiliğini eksik bırakmaktır. Sadece anlatmak, ilgi çeksin diye ya da modaya uyarak eskimiş sözcükleri serpiştirip, dili savurmak yetmez öykü için. Anlatılana da, nasıl anlatıldığına da kafa yormalı, kurguya, dile özen göstermeli. Farklı olmak sevdasıyla iyi düşünülmemiş deneysel öykülere yönelmek, ayakları havada olunca boşa kürek çekmek oluyor. Ya da öykücülüğümüzün gelişimini özümsemediği hemen görülen, bugünün öykücülüğünden çok uzak öyküler bir şey katmıyor dergilere. Dergiler mutlaka öykü yayımlamak istiyorlarsa yayın yönetmenlerine çok iş düşüyor. Biraz daha ince eleyip sık dokumak gerekmez mi? İyi çalışılmadığı görülen bir öykü yayımlandığında öykünün yazarına iyilik mi yapılmış olur, kötülük mü? Tartışılmalı.  
            Geçtiğimiz yılın iyi kitaplarından biri olduğunu düşündüğüm Evlerin Yüreği’ni ilk okuduğumda da öyküye özen gösterme konusunu düşünmüştüm. Şenay Eroğlu Aksoy’un öykülerini ilk olarak dergilerde okumuş ve öykülerinin diğer öykülerden ayrı durduğunu düşünmüştüm. Diliyle, anlatımıyla, kurgusuyla, anlattıklarıyla, kurduğu dünyayla öyküye özenen, öykü üzerine kafa yoran, kolaya kaçmayan bir öykücü olduğunu gösteriyordu Şenay Eroğlu Aksoy. Yıl içinde kitabı yayımlandıktan sonra da dergilerde öykü ve öykü kitapları üzerine yazılar yayımlamayı sürdürdü. Yazılarında da aynı özeni görebilirsiniz Şenay Eroğlu Aksoy’un. 
            Ev imgesi kitabın adıyla birlikte dolaşıyor çoğu öykünün içinde. Kimi yerde özlenen bir mekân oluveriyor, kimi yerde sığınılan, kaçılan bir mekân. Pencereden görülen dış dünyayı da, pencereden görülen evin içini de okuyabiliyoruz öykülerde. Bizi evin içinde karşılayansa kitabın adına yerleştirilmiş; evlerin yüreği. Evin yüreği bizi sanrılarla, karabasanlarla, huzursuzluklarla, şiddetle örülü bir dünyadan korur elbette. Ama aynı yürek bizi o dünyanın içine de fırlatabilir, suçluluğumuzu yüzümüze haykırabilir. Bizi kötülükten çekip alabilir ama kötülükle yüzleşmemizi sağlayan da evlerin yüreğidir. Sonunda “Yeraltı” öyküsünün kahramanı şöyle seslenerek bitirecektir öyküyü: “Yeni bir ev kazmalıyım, yeraltına doğru.” 
            Ev imgesiyle yaşamımızın en önemli alanlarından birine yönelirken, bunu farklı bir dünyanın içine yerleştirerek, kendine özgü bir atmosferde anlatarak bir uzak açı yarattığını düşünüyorum Şenay Eroğlu Aksoy’un. Bu uzak açı, yüzleşmeleri, yabancılaşmaları, tutsaklıkları, özgürlükleri, çağrışım yüklü anlatımıyla okuyucunun karşısına getirip koyuyor. Okuyucunun da öyküye katılmasını sağlıyor bu ister istemez. Bildik, tanıdık dünyaları, bildik insan hallerini bir düş dünyasının içine sızdırıveriyor. Düş dünyasını, karabasanı, huzursuz insan hallerini öykülerden çekip ayırdığınızda, ayıkladığınızda uyanıveriyorsunuz. Kadının gırtlağının delinip sesinin alınması, gerçek dünyanın izlerini taşıyan bir öyküde, şaşırtan, vuran bir yadırgatma sağlıyor, öykünün sonunda gerçeklik duygunuz çağrışımlarla zenginleşiyor.
            Bütün öykülerin kurgusunda gerçek dünya, düşsel dünya, gerçeklik algısı git gellerini yaşatıyor okuyucusuna Şenay Eroğlu Aksoy. Basite kaçmıyor; öyküler bu dünyadan kopmadıkları gibi, düşler dünyasına da, karabasanlara da yer açıyorlar. Dilinin çağrışım zenginliği, kurgusunda da gerçeklik zenginliğine dönüşüyor. Bu anlatıma kafa yorduğu, bunu bilinçle, özümseyerek yaptığı anlatımının içtenliğinde kendini gösteriyor.
            Öykülerin neredeyse tamamında şiddetin kol gezdiğini de söylemek gerekli. Kimi kez açıktan açığa, kimi kez içten içe hissettiriyor kendini şiddet. Gırtlağı kesilen kadın, cellât, güvercini kapan atmaca, yosmayı öldüren delikanlı, ölü bulunan yönetici, yeraltında ev kazmak isteyen adam, sokakları tekinsiz bir şehir, gecelerin karabasanları, avlar avcılar…
            Kitabı son üç öyküsü gene farklı, yaşam ve düş arasında gidip gelen bir kurgulamayla oluşturulmuş. Üç öykü de öykücülüğümüzün üç önemli yazarından birer öykünün çağrışımlarıyla yazılmış; “Ağzıkaralar” öyküsü Oğuz Atay’ın, “Oyun” Tezer Özlü’nün, “Kuyruk” Onat Kutlar’ın. Bu özelliğiyle bir bölüm oluşturuyor kitabın içinde.
            Eksiltmeli bir anlatımı var Şenay Eroğlu Aksoy’un. Kurguda boşluklar bırakmayı, atlamalı bir anlatımı yeğliyor. Öykülerde çağrışım zenginliğini getiriyor bu biçem. Aynı şekilde dil kullanımında, sözcük seçiminde de özenli davrandığını söylemek gerekli, eskimiş sözcüklere, moda söyleyişlere dayamıyor sırtını. Yalınlığıyla da, imge kullanımıyla da şiirsel bir anlatıma yaslandığını düşünüyorum.

            Şenay Eroğlu Aksoy öykü kitapları üzerine yazılarıyla da öykü üzerine düşündüğünü, öykücülüğümüzü geleneğiyle bugünüyle özümsediğini gösteriyor. Yıl içinde dergilerde yayımladığı diğer öyküleriyle şimdiden ikinci kitabını bekletiyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder