Öyküye
Özen Göstermek
Evlerin
Yüreği
Öykü
üzerine yaptığım bir çalışma nedeniyle okuduğum pek çok öykü, öyküye özen
göstermek konusunda tekrar tekrar düşündürdü beni. Dergilerde yayımlanan
öyküleri dile getirmek istiyorum. Gerek kurgusunda, gerek dilinde, gerekse
öykülemesinde özensiz metinlerdi bir kısmı. Özensiz derken söylemek istediğim,
öykü üzerine yeterince düşünmemek, çalışmamak, yani öykünün işçiliğini eksik
bırakmaktır. Sadece anlatmak, ilgi çeksin diye ya da modaya uyarak eskimiş
sözcükleri serpiştirip, dili savurmak yetmez öykü için. Anlatılana da, nasıl
anlatıldığına da kafa yormalı, kurguya, dile özen göstermeli. Farklı olmak
sevdasıyla iyi düşünülmemiş deneysel öykülere yönelmek, ayakları havada olunca
boşa kürek çekmek oluyor. Ya da öykücülüğümüzün gelişimini özümsemediği hemen görülen,
bugünün öykücülüğünden çok uzak öyküler bir şey katmıyor dergilere. Dergiler
mutlaka öykü yayımlamak istiyorlarsa yayın yönetmenlerine çok iş düşüyor. Biraz
daha ince eleyip sık dokumak gerekmez mi? İyi çalışılmadığı görülen bir öykü
yayımlandığında öykünün yazarına iyilik mi yapılmış olur, kötülük mü?
Tartışılmalı.
Geçtiğimiz
yılın iyi kitaplarından biri olduğunu düşündüğüm Evlerin Yüreği’ni ilk okuduğumda da öyküye özen gösterme konusunu
düşünmüştüm. Şenay Eroğlu Aksoy’un öykülerini ilk olarak dergilerde okumuş ve
öykülerinin diğer öykülerden ayrı durduğunu düşünmüştüm. Diliyle, anlatımıyla,
kurgusuyla, anlattıklarıyla, kurduğu dünyayla öyküye özenen, öykü üzerine kafa
yoran, kolaya kaçmayan bir öykücü olduğunu gösteriyordu Şenay Eroğlu Aksoy. Yıl
içinde kitabı yayımlandıktan sonra da dergilerde öykü ve öykü kitapları üzerine
yazılar yayımlamayı sürdürdü. Yazılarında da aynı özeni görebilirsiniz Şenay
Eroğlu Aksoy’un.
Ev
imgesi kitabın adıyla birlikte dolaşıyor çoğu öykünün içinde. Kimi yerde
özlenen bir mekân oluveriyor, kimi yerde sığınılan, kaçılan bir mekân.
Pencereden görülen dış dünyayı da, pencereden görülen evin içini de
okuyabiliyoruz öykülerde. Bizi evin içinde karşılayansa kitabın adına
yerleştirilmiş; evlerin yüreği. Evin yüreği bizi sanrılarla, karabasanlarla,
huzursuzluklarla, şiddetle örülü bir dünyadan korur elbette. Ama aynı yürek
bizi o dünyanın içine de fırlatabilir, suçluluğumuzu yüzümüze haykırabilir.
Bizi kötülükten çekip alabilir ama kötülükle yüzleşmemizi sağlayan da evlerin
yüreğidir. Sonunda “Yeraltı”
öyküsünün kahramanı şöyle seslenerek bitirecektir öyküyü: “Yeni bir ev kazmalıyım, yeraltına doğru.”
Ev
imgesiyle yaşamımızın en önemli alanlarından birine yönelirken, bunu farklı bir
dünyanın içine yerleştirerek, kendine özgü bir atmosferde anlatarak bir uzak
açı yarattığını düşünüyorum Şenay Eroğlu Aksoy’un. Bu uzak açı, yüzleşmeleri,
yabancılaşmaları, tutsaklıkları, özgürlükleri, çağrışım yüklü anlatımıyla
okuyucunun karşısına getirip koyuyor. Okuyucunun da öyküye katılmasını sağlıyor
bu ister istemez. Bildik, tanıdık dünyaları, bildik insan hallerini bir düş
dünyasının içine sızdırıveriyor. Düş dünyasını, karabasanı, huzursuz insan
hallerini öykülerden çekip ayırdığınızda, ayıkladığınızda uyanıveriyorsunuz.
Kadının gırtlağının delinip sesinin alınması, gerçek dünyanın izlerini taşıyan
bir öyküde, şaşırtan, vuran bir yadırgatma sağlıyor, öykünün sonunda gerçeklik
duygunuz çağrışımlarla zenginleşiyor.
Bütün
öykülerin kurgusunda gerçek dünya, düşsel dünya, gerçeklik algısı git gellerini
yaşatıyor okuyucusuna Şenay Eroğlu Aksoy. Basite kaçmıyor; öyküler bu dünyadan
kopmadıkları gibi, düşler dünyasına da, karabasanlara da yer açıyorlar. Dilinin
çağrışım zenginliği, kurgusunda da gerçeklik zenginliğine dönüşüyor. Bu anlatıma
kafa yorduğu, bunu bilinçle, özümseyerek yaptığı anlatımının içtenliğinde
kendini gösteriyor.
Öykülerin
neredeyse tamamında şiddetin kol gezdiğini de söylemek gerekli. Kimi kez
açıktan açığa, kimi kez içten içe hissettiriyor kendini şiddet. Gırtlağı kesilen
kadın, cellât, güvercini kapan atmaca, yosmayı öldüren delikanlı, ölü bulunan
yönetici, yeraltında ev kazmak isteyen adam, sokakları tekinsiz bir şehir,
gecelerin karabasanları, avlar avcılar…
Kitabı
son üç öyküsü gene farklı, yaşam ve düş arasında gidip gelen bir kurgulamayla
oluşturulmuş. Üç öykü de öykücülüğümüzün üç önemli yazarından birer öykünün
çağrışımlarıyla yazılmış; “Ağzıkaralar”
öyküsü Oğuz Atay’ın, “Oyun” Tezer
Özlü’nün, “Kuyruk” Onat Kutlar’ın. Bu
özelliğiyle bir bölüm oluşturuyor kitabın içinde.
Eksiltmeli
bir anlatımı var Şenay Eroğlu Aksoy’un. Kurguda boşluklar bırakmayı, atlamalı
bir anlatımı yeğliyor. Öykülerde çağrışım zenginliğini getiriyor bu biçem. Aynı
şekilde dil kullanımında, sözcük seçiminde de özenli davrandığını söylemek gerekli,
eskimiş sözcüklere, moda söyleyişlere dayamıyor sırtını. Yalınlığıyla da, imge
kullanımıyla da şiirsel bir anlatıma yaslandığını düşünüyorum.
Şenay
Eroğlu Aksoy öykü kitapları üzerine yazılarıyla da öykü üzerine düşündüğünü,
öykücülüğümüzü geleneğiyle bugünüyle özümsediğini gösteriyor. Yıl içinde
dergilerde yayımladığı diğer öyküleriyle şimdiden ikinci kitabını bekletiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder