Düzenboz
Uzun bir aranın ardından Düzenboz
adlı öykü kitabıyla çıkageldi Başar Başarır geçen yılın son aylarında. Kitap
gerek öyküleriyle, gerekse tasarımıyla farklı, kendine özeldi. Varlık yayınlarının
o eski kitaplarının boyutlarında basılan kitabın tasarımı Bülent Erkmen’e ait.
Daha kapak baskısında, kabartmalı kapak kâğıdında başkalığını, albenisini
ortaya koyuyor. Kitaplar numaralandırılmış, bendeki kitabın numarası 278. Giriş
sayfasına kitaptaki olayların ve karakterlerin kurgusal olduğu, ama gerçek
hayattaki olaylarla ve karakterlerle benzerliklerinin tesadüfî olmadığı
yazılmış. Verili olana karşı çıkma, alışılmış olanın bozulması, sıradanın sıra
dışılığı, ince alayın hüzünle karışarak epik olana yönelmesi kitabın adından, tasarımından
başlayarak bütüne, öykülerin atmosferine yayılıyor.
Birbirinden kişi zamirleriyle ayrılmış altı öyküden oluşuyor Düzenboz. Ben, sen, o, biz, siz, onlar…
Öykülerin anlatımı da kişi zamirlerine göre değişiyor. Birinci, ikinci ve
üçüncü tekil kişi anlatımlarından sonra gelen çoğul kişi anlatımları öykü
dilini, atmosferi zenginleştiriyor. Anlatıcı öykülerin hepsinde egemenliğini
elinde tutuyor, bunu özellikle belirtmek istedim, çünkü anlatıcının kendisini
okuyucuya unutturmaması, dış sesi öykülerin içinde dolaştırması, öykülere epik
bir özellik katıyor. İnce alayın, dozu hep korunan argonun, mizahın,
gerçeküstücü öğelerin kullanımıyla öykülere uzak açıdan bakabiliyor okuyucu.
Tiyatrodaki yabancılaştırma etmenlerinin işlevini taşıyor Başar Başarır’ın öykü
dili. Okuyucuyu bir yanıyla öykünün içine çekerken, bir yanıyla da aradaki
mesafeyi koruyarak yaşadığımız dünyanın kabalıklarını, çirkinliklerini,
düzensizliklerini öne çıkarıyor, çağrışımlara yaslanarak düşündürücü, sarsıcı
bir etki sağlıyor.
Başar Başarır’ın çeşitli söyleşilerinde, eski yazılarında öykü
kitaplarının okunmasına ilişkin öne sürdüklerini düşündüm kitabı okurken. Kısa
aralıklarla bir dünyadan çıkıp başka bir dünyaya geçmenin güçlüğü, öykülerin,
atmosferin birbirine karışması, öyküleri ardı ardına okumanın güçlüğü ve
sıkıcılığı… Düzenboz’daki öyküler
arasında belirgin bağlantılar olmamasına karşın, atmosferin öykülerin bütününe
yayılmasıyla, ritmik öykü diliyle, kurgusuyla öyküler, kopmadan, ardı ardına
okunabiliyor. Yazarın, öyküleri kendi kaderlerine bırakarak, bir torbaya atar
gibi bir araya getirmediği, kitabın kendi düzenlenişine de emek harcadığı
anlaşılıyor. Bölümlemedeki kişi zamirlerinin öykülerdeki yerleştirilişi bile
her öykünün okuma deneyimini farklılaştırıyor örneğin. Burada kitabın
tasarımının da etkili olduğunu söylemek gerekli. Yazı aralıklarından sayfa
boşluklarının rahatlatıcılığına, geçişlerdeki boş sayfalardan, kişi
zamirlerinin, öykü adlarının ayrı sayfalarda tek başlarına yazılmasına, kitap
boyutunun sevimliliğine…
İlk öykü “Fırıncı Musa”, ekmekçi Hüseyin’in çırağı, bıçkın mahalle
delikanlısı Musa’nın öyküsü. “Çikolata” öyküsü, annesiyle birlikte yaşayan
Yeşim’in evlenip evlenmeme kararsızlığıyla gelişiyor; önemsiz bir hastalıktan
kurtulabilmesi için doktorunun söyledikleri bu kararsızlığı boyutlandırır.
“Açılmıyor”, bir banka güvenlik görevlisinin sabah işine geldiğinde kapının
kilidini açamamasıyla başlıyor. “Boğazlı Kazak”, eşinden ayrılmış, boğazda
oturan, orta yaş megalomanisi yaşayan bir adamın öyküsü; okuyucuyu düşle gerçek
arasında dolaştıran, akıllarda kalan filmlerden sahnelerle çağrışımları
hareketlendiren bir öykü. “Gören Gözler”, canı uçan gazetecinin –Hrant Dink –
öyküsü. Siz olarak seslenilen de Beşer’dir, bütün insanlık… Diliyle de,
anlatımıyla da, daha önce sözünü ettiğim epik vuruşlarıyla da kitabın
etkileyici öykülerinden biri. Kitabın son öyküsü “Şehzadenin Sünneti”, tarihle
bugün arasında, gerçeküstücü gidiş gelişlerle kurgulanmış, ince alayın ağır
bastığı bir öykü. Şehzadenin ihtişamlı sünnet törenini, canlı yayında bir
televizyon sunucusunun anlatımıyla okuyoruz. Bütün öykülerde olduğu gibi bu
öyküde de düzen bozulmaya yüz tutmuştur, öykü tam da düzenin bozulduğu anlara
odaklanmıştır. Düzen bozulur!
Son zamanlarda sık sık duyduğumuz felaket senaryolarına benzer gerçeküstü
durumlarla bitiyor öyküler. Okuyucuyu irkiltecek, öyküden öyküye geçerken durup
düşünmesini sağlayacak düzenboz senaryolar
bunlar. “Fırıncı Musa”da fırınlar hamur mayalamıyor o sabah; “Çikolata”da
hiçbir bilgisayar işlemiyor; “Açılmıyor”da hiçbir kilit açılmıyor o sabah; “Boğazlı
Kazak”ta hiçbir vasıta işlemiyor; “Gören Gözler”de hiçbir kamera kaydetmiyor; “Şehzadenin
Sünneti”nde bütün ekranlar flulaşıyor…
Alaysılık, gülmece öğelerinin, argonun öne çıkarılmadan, yüksek perdeye
alınmadan, içten içe okuyucuyu kuşatacak biçimde, ama kesinlikle başını öne
eğmeden kullanılışı yazarın öykü dilinin en önemli özelliği. Düzene karşı
çıkışını, sorgulamasını, sorularını, acısını, bağırmadan, bunalıma düşmeden,
kıvrak bir dille, kurguyu, yazı sanatını önemseyerek dile getiriyor. Kasvetli
havaları bile gülümsemeyi unutmadan anlatıyor öyküler.
Öykü karakterlerine de dikkat çekilmeli. Düzenin bozulma anları bütün
öykülerde sıradan insanların, gündelik yaşamını sürdüren insanların gözünden
anlatılıyor. Fırıncı Musa, evlenemeyen Yeşim ve annesi, banka güvenlik
görevlisi, veznedar Kazım, televizyon haber sunucusu… Uzun uzadıya anlatmadan,
birkaç sözcükle derinlik kazandırılmış öykü kişileri…
Başar Başarır Düzenboz’la
önceki öykü kitaplarından bildiğimiz kendine özgü öykücülüğünün izlerini korusa
da, öykü dilinde, öyküleme biçiminde, karakterlerinde farklılaşıyor, öykü
kanalını genişletiyor, boyutlandırıyor.
(Sarnıç Öykü'de yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder