Öyküleriyle Ruşen Hakkı
Bir türlü kuramıyorum ilk cümleyi.
Hiçbir başlangıç cümlesi sinmiyor içime. Bir ölümün ardından susup kalmak, ne
diyeceğini bilememek bu. Çünkü bu ölüm başka, bambaşka... Ruşen Hakkı İzmit’te
sanatla uğraşan herkes için bambaşka bir insandı. Hiç eksik etmediği güler
yüzüyle, sevecenliğiyle Ruşen Abi’siydi kentin. Sanata el atmış herkese destek
olur, gücendirmez, kırmamaya çalışırdı, hatta zaman zaman kendisi kırılsa da
üstünde durmazdı. Sözcüklere özenenlere, sözcüklerle uğraşanlara elbette ayrı
bir ilgi gösterdiğine kaç kere tanık oldum. Bu ilgi, öyle üstten üstten akıl
verip eleştirmek olarak algılanmasın. Aksine son derece alçakgönüllü bir dille
kendi edebiyat serüvenini, anılarını anlatır, en fazlası dergileri adres
gösterir, önce dergilerde sınanmak gerektiğini söyler, sonra da kendisine gelen
dergilerden hediye ederdi. Benim de ilk öykülerimin okuyucusudur. Öykülerimi
dergilere göndermem için beni yüreklendirendir. Dedim ya, insan kilitlenip
kalıyor, ne yazacağını bilemiyor. Oysa ne çok şey paylaştık Ruşen Abi’yle…
Özellikle
dergiler çıkardığım dönemde bana en büyük desteği veren kişiydi. Ne dergiye
şiir verme, ne de öykü yazma konusunda beni hiç kırmadı. Hatta yıllar sonra ona
yeniden öykü yazdırdığım için sevinirdi. Öykülerini sadece kendi dergimde
yayınlamadım, diğer öykü dergilerine de gönderdim. Yayınlanınca da dergilerden
bir tane alıp ona götürüyordum. Bütün öykülerini yayınlamaya giriştik Üçüncü Öyküler zamanı. İlk iki öykü
kitabı Sokağın Ucu Deniz ve Irmak’taki öykülerinden oluşan birinci
cildi yayınladık, ikinciye soluğumuz yetmedi, bir deprem, bir kriz derken kaldı
ikinci cilt… Kentin Konukları ve Sırtı Çilçiçeği Bahçesi Kadın adlı kitaplarındaki
öyküleri daha sonra Gerçek Sanat Yayınları yayınladı ikinci cilt olarak, son
yazdığı öykülerle ve kendi kaleminden öykü serüveniyle birlikte. Hep içimde
acıdır; Ruşen Hakkı’nın bütün öykülerini, bütün şiirlerini, romanını ve
güncelerini basmayı başaramadım. (Bu arada söylemeden geçmek istemem, toplu
şiirlerinin basımı için kaç yayıneviyle görüştü ama hep olumsuzdu yanıtlar.
Oysa Ruşen Hakkı şiirleri her dergide yayınlanırdı, belli başlı antolojilere,
yıllıklara girerdi, ama kitabının basımına gelince…)
Ruşen
Hakkı şairdir her şeyden önce. Şiirimizin önemli imzalarından biridir. Toplumcu
şiir anlayışını inatla sürdüren ama sesini yüksek perdeden değil daha derinden
kullanan bir şair. Toplumsallığı yanında bireyi de unutmayan, hüzünleri yurt
edinmiş, ironik, düşsellikten gerçekliğe uzanmasını bilen, zamanla daha da
damıttığı, yalınlığıyla zenginleşebilen şiir dili düzyazılarında da kendini
hissettirir. Şiirle birlikte ikinci sevgilisi olarak görür öyküyü.
İlk
şiiri 1952’de yayınlanır Ruşen Hakkı’nın, ilk öyküsü ise 1963 yılında Milliyet gazetesinde. İlk iki kitabı
olan Sokağın Ucu Deniz (1977) ve Irmak (1979) adlı kitaplarındaki öyküler
çocukluk ve ilk gençlik anılarının sıcaklığıyla şiirselliği, hüzünle
gerçeküstücü anlatımı yoğuran, toplumsal bakış açısını da unutmayan öykülerdir.
Çocuk dünyasını yansıtırken, yaşanan toplumsal sorunların çocuk dünyasındaki
etkilerini ele alırken çocuksuluğun o bir anlamda gerçeküstücülüğe uzanan
düşselliğini kullanır. Sokağın Ucu Deniz’deki
Odun, Görüşme, Tabanca, Güz Vurgunu
Çocuk, Dayımın Sırtında Dört Kaçak gibi öykülerinde çocuk dünyasının
düşsellikleriyle gerçekliğin harmanlandığını görebiliriz. Bu anlatımı daha
sonra Irmak kitabına da adını veren
uzun öyküde de görebiliyoruz. İki çocuğun düşsel dünyasında gerçeküstücü
öğelerle kurgulanmış bir 12 Mart öyküsüdür Irmak.
O dönemin baskıcı ortamını, toplumsal sorunları, yaşanan acıları farklı bir dil
ve kurguyla ele alır. İlk iki kitabın diğer öykülerinde ilk gençlik çağının
bıçkınlığını, deli doluluğunu, isyankârlığını anlatır. Sokağın Ucu Deniz’de mahalle arkadaşları, ilk gençlik
haylazlıkları, aşklar, hüzünler yer alır. Abbasağa
Parkı Denize Bakar, Akşamcı, Martinim
Dolu Saçma, Köprüden Öte, Üç Ayrı Ölüm adlı öykülerini sayabiliriz. Irmak adlı kitabında ise daha çok
toplumsal olayların içindeki gençler yer alır. Çirkin Oyun, Evlat Acısına Son, Haydar’lı Düzen, Grev Öncesi, Çardakta,
Akşamın Eli Kulağındaydı adlı öyküler öne çıkar. Irmak adlı kitabındaki öyküler 12 Mart döneminin sancılarını
taşıyan öykülerdir.
1990’da
yayınlanan Kentin Konukları adlı
kitabında toplumsal konuları işler Ruşen Hakkı. İşçilerin dünyası, geçim
sıkıntıları, yoksulluklar, yoksunluklar, gecekondu yaşamı, kente göç olgusu,
‘küçük insanlar’ öykülerin konularını oluşturur. Gerçekçi anlatımın daha bir
ağırlık kazandığı öyküler olmasına karşın Ruşen Hakkı’nın hüzünlü düşselliğini,
şiirselliği barındırdığını görebiliriz. Son öykü olan Benim Aklım Cinsi Bilinmeyen Bir Kuştur adlı uzun öyküsü ise kitabın
diğer öykülerinden ayrılır. Bu uzun öyküde de toplumsal sorunlara değinmektedir
ama daha önceki kitaplarında yer alan dilini kullanır, dönemin toplumsal
sorunlarını, baskıcı ortamını düşsel çocuk bakışıyla, yer yer gerçeküstücülüğe
varan bir dille anlatır. 1996’da yayımlanan Sırtı
Çilçiçeği Bahçesi Kadın’daki öyküler anlatımın yalınlaştığı, şiirselliğin,
hüznün, aşkın, küçük dünyaların iyice yoğunlaştığı öykülerdir.
Öykülerinde
doğaya olan tutkusunu, kendine has ironi anlayışını görebiliriz Ruşen
Hakkı’nın. Dile olan tutkusu da şiirsel dili, farklı benzetmeleri, eksiltmeli
anlatımı yanında yöresel sözcükleri kullanmasıyla kendisini gösterir. Sokağın Ucu Deniz adlı kitabının
arkasına eklediği “Sözcük Avı” adlı bölümden birkaç sözcük: dombey, uzacık, dane, hılt etmek…
“İki Sevgili: Şiir ve
Hikâye” adlı yazısında Sait Faik’e olan tutkusunu dile
getirirken, 1963’te başlayan öykücülüğünün serüvenini, o dönemlerin
öykücülüğünden anılarla anlatır. İlk öyküsünün yayınlanmasını, aldığı ilk
telifi… O dönemde gazetelerin eklerinde dönemin iyi öykücülerinin yeni
öykülerinin yayınlaması, yayınlanan öykülerin okuyucuya ulaştığını bilmek ne
kadar da bugüne uzak. Akşamcı adlı
öyküsünün Alaşehir’de gittiği bir meyhanenin müdavimleri tarafından okunmasına
tanık olmak birçok ödülden değerlidir Ruşen Hakkı için. Şiir ve öyküyü iki
sevgili olarak görür, ikisinin de hiç itiraz etmeden aynı evde yaşayıp
gittiklerini anlatır kendine has ironisiyle.
Ruşen
Hakkı’yı yitirdik geçtiğimiz ay. Behçet Aysan’ın şiirinde söylediği gibi kentin
çınarıydı o. Onunla aynı kentte yaşıyor olmaktan hep mutluluk duyduk biz. Bize
hep şiirin, öykünün, sanatın direncini, güzelliğini hissettirdi. Bu yazı böyle
biter mi, bilmem? Affınıza sığınarak… Sağ ol Ruşen Abi, aynı masada içtiğimiz
rakıların en beyazıydın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder