4 Mayıs 2014 Pazar

RUŞEN HAKKI ÖYKÜLERİ


Öyküleriyle Ruşen Hakkı

            Bir türlü kuramıyorum ilk cümleyi. Hiçbir başlangıç cümlesi sinmiyor içime. Bir ölümün ardından susup kalmak, ne diyeceğini bilememek bu. Çünkü bu ölüm başka, bambaşka... Ruşen Hakkı İzmit’te sanatla uğraşan herkes için bambaşka bir insandı. Hiç eksik etmediği güler yüzüyle, sevecenliğiyle Ruşen Abi’siydi kentin. Sanata el atmış herkese destek olur, gücendirmez, kırmamaya çalışırdı, hatta zaman zaman kendisi kırılsa da üstünde durmazdı. Sözcüklere özenenlere, sözcüklerle uğraşanlara elbette ayrı bir ilgi gösterdiğine kaç kere tanık oldum. Bu ilgi, öyle üstten üstten akıl verip eleştirmek olarak algılanmasın. Aksine son derece alçakgönüllü bir dille kendi edebiyat serüvenini, anılarını anlatır, en fazlası dergileri adres gösterir, önce dergilerde sınanmak gerektiğini söyler, sonra da kendisine gelen dergilerden hediye ederdi. Benim de ilk öykülerimin okuyucusudur. Öykülerimi dergilere göndermem için beni yüreklendirendir. Dedim ya, insan kilitlenip kalıyor, ne yazacağını bilemiyor. Oysa ne çok şey paylaştık Ruşen Abi’yle…
Özellikle dergiler çıkardığım dönemde bana en büyük desteği veren kişiydi. Ne dergiye şiir verme, ne de öykü yazma konusunda beni hiç kırmadı. Hatta yıllar sonra ona yeniden öykü yazdırdığım için sevinirdi. Öykülerini sadece kendi dergimde yayınlamadım, diğer öykü dergilerine de gönderdim. Yayınlanınca da dergilerden bir tane alıp ona götürüyordum. Bütün öykülerini yayınlamaya giriştik Üçüncü Öyküler zamanı. İlk iki öykü kitabı Sokağın Ucu Deniz ve Irmak’taki öykülerinden oluşan birinci cildi yayınladık, ikinciye soluğumuz yetmedi, bir deprem, bir kriz derken kaldı ikinci cilt… Kentin Konukları ve Sırtı Çilçiçeği Bahçesi Kadın adlı kitaplarındaki öyküleri daha sonra Gerçek Sanat Yayınları yayınladı ikinci cilt olarak, son yazdığı öykülerle ve kendi kaleminden öykü serüveniyle birlikte. Hep içimde acıdır; Ruşen Hakkı’nın bütün öykülerini, bütün şiirlerini, romanını ve güncelerini basmayı başaramadım. (Bu arada söylemeden geçmek istemem, toplu şiirlerinin basımı için kaç yayıneviyle görüştü ama hep olumsuzdu yanıtlar. Oysa Ruşen Hakkı şiirleri her dergide yayınlanırdı, belli başlı antolojilere, yıllıklara girerdi, ama kitabının basımına gelince…)
Ruşen Hakkı şairdir her şeyden önce. Şiirimizin önemli imzalarından biridir. Toplumcu şiir anlayışını inatla sürdüren ama sesini yüksek perdeden değil daha derinden kullanan bir şair. Toplumsallığı yanında bireyi de unutmayan, hüzünleri yurt edinmiş, ironik, düşsellikten gerçekliğe uzanmasını bilen, zamanla daha da damıttığı, yalınlığıyla zenginleşebilen şiir dili düzyazılarında da kendini hissettirir. Şiirle birlikte ikinci sevgilisi olarak görür öyküyü.  
İlk şiiri 1952’de yayınlanır Ruşen Hakkı’nın, ilk öyküsü ise 1963 yılında Milliyet gazetesinde. İlk iki kitabı olan Sokağın Ucu Deniz (1977) ve Irmak (1979) adlı kitaplarındaki öyküler çocukluk ve ilk gençlik anılarının sıcaklığıyla şiirselliği, hüzünle gerçeküstücü anlatımı yoğuran, toplumsal bakış açısını da unutmayan öykülerdir. Çocuk dünyasını yansıtırken, yaşanan toplumsal sorunların çocuk dünyasındaki etkilerini ele alırken çocuksuluğun o bir anlamda gerçeküstücülüğe uzanan düşselliğini kullanır. Sokağın Ucu Deniz’deki Odun, Görüşme, Tabanca, Güz Vurgunu Çocuk, Dayımın Sırtında Dört Kaçak gibi öykülerinde çocuk dünyasının düşsellikleriyle gerçekliğin harmanlandığını görebiliriz. Bu anlatımı daha sonra Irmak kitabına da adını veren uzun öyküde de görebiliyoruz. İki çocuğun düşsel dünyasında gerçeküstücü öğelerle kurgulanmış bir 12 Mart öyküsüdür Irmak. O dönemin baskıcı ortamını, toplumsal sorunları, yaşanan acıları farklı bir dil ve kurguyla ele alır. İlk iki kitabın diğer öykülerinde ilk gençlik çağının bıçkınlığını, deli doluluğunu, isyankârlığını anlatır. Sokağın Ucu Deniz’de mahalle arkadaşları, ilk gençlik haylazlıkları, aşklar, hüzünler yer alır. Abbasağa Parkı Denize Bakar, Akşamcı, Martinim Dolu Saçma, Köprüden Öte, Üç Ayrı Ölüm adlı öykülerini sayabiliriz. Irmak adlı kitabında ise daha çok toplumsal olayların içindeki gençler yer alır. Çirkin Oyun, Evlat Acısına Son, Haydar’lı Düzen, Grev Öncesi, Çardakta, Akşamın Eli Kulağındaydı adlı öyküler öne çıkar. Irmak adlı kitabındaki öyküler 12 Mart döneminin sancılarını taşıyan öykülerdir.
1990’da yayınlanan Kentin Konukları adlı kitabında toplumsal konuları işler Ruşen Hakkı. İşçilerin dünyası, geçim sıkıntıları, yoksulluklar, yoksunluklar, gecekondu yaşamı, kente göç olgusu, ‘küçük insanlar’ öykülerin konularını oluşturur. Gerçekçi anlatımın daha bir ağırlık kazandığı öyküler olmasına karşın Ruşen Hakkı’nın hüzünlü düşselliğini, şiirselliği barındırdığını görebiliriz. Son öykü olan Benim Aklım Cinsi Bilinmeyen Bir Kuştur adlı uzun öyküsü ise kitabın diğer öykülerinden ayrılır. Bu uzun öyküde de toplumsal sorunlara değinmektedir ama daha önceki kitaplarında yer alan dilini kullanır, dönemin toplumsal sorunlarını, baskıcı ortamını düşsel çocuk bakışıyla, yer yer gerçeküstücülüğe varan bir dille anlatır. 1996’da yayımlanan Sırtı Çilçiçeği Bahçesi Kadın’daki öyküler anlatımın yalınlaştığı, şiirselliğin, hüznün, aşkın, küçük dünyaların iyice yoğunlaştığı öykülerdir.
Öykülerinde doğaya olan tutkusunu, kendine has ironi anlayışını görebiliriz Ruşen Hakkı’nın. Dile olan tutkusu da şiirsel dili, farklı benzetmeleri, eksiltmeli anlatımı yanında yöresel sözcükleri kullanmasıyla kendisini gösterir. Sokağın Ucu Deniz adlı kitabının arkasına eklediği “Sözcük Avı” adlı bölümden birkaç sözcük: dombey, uzacık, dane, hılt etmek…
“İki Sevgili: Şiir ve Hikâye” adlı yazısında Sait Faik’e olan tutkusunu dile getirirken, 1963’te başlayan öykücülüğünün serüvenini, o dönemlerin öykücülüğünden anılarla anlatır. İlk öyküsünün yayınlanmasını, aldığı ilk telifi… O dönemde gazetelerin eklerinde dönemin iyi öykücülerinin yeni öykülerinin yayınlaması, yayınlanan öykülerin okuyucuya ulaştığını bilmek ne kadar da bugüne uzak. Akşamcı adlı öyküsünün Alaşehir’de gittiği bir meyhanenin müdavimleri tarafından okunmasına tanık olmak birçok ödülden değerlidir Ruşen Hakkı için. Şiir ve öyküyü iki sevgili olarak görür, ikisinin de hiç itiraz etmeden aynı evde yaşayıp gittiklerini anlatır kendine has ironisiyle.
Ruşen Hakkı’yı yitirdik geçtiğimiz ay. Behçet Aysan’ın şiirinde söylediği gibi kentin çınarıydı o. Onunla aynı kentte yaşıyor olmaktan hep mutluluk duyduk biz. Bize hep şiirin, öykünün, sanatın direncini, güzelliğini hissettirdi. Bu yazı böyle biter mi, bilmem? Affınıza sığınarak… Sağ ol Ruşen Abi, aynı masada içtiğimiz rakıların en beyazıydın…   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder